Erdik gül mevsimine,
Bugün güller derilsin,
Can dostların payine,
Taze güller serilsin.
***
Pirimin meclisine,
Gelen ruhlar dirilsin,
Gül ehline efendim,
Gonca güller verilsin.
***
Sohbetlerin her demi,
Bütün yaranla geçsin,
Rindaneler dergaha,
Gelip feyizler içsin.
***
Ehl-i dil birbirine,
Gönlü bir yanın açsın,
Sadıklara Mevla’dan,
Güzel haller verilsin…
MARMARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ÖMER ÇELİK İLE BASIN-YAYIN HİZMETLERİ VE YAZDIĞI “HAKK’IN DÂVETİ” TEFSİRİ ÜZERİNE…
Şefkat Dergisi: Efendim, basın-yayın vasıtası ile İslâm’a hizmet etmenin dindeki yeri hakkında bilgi verir misiniz?
Çelik: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor: “Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eli ile düzeltsin, eğer buna gücü yetmezse dili ile düzeltsin, değilse kalbi ile buğzetsin, bu imanın en zayıf olanıdır.” Bu hadiste Efendimiz’in kötülüğü muhtelif şekillerle düzeltme talimatı Müslümanlara önemli bir ufuk açmaktadır. Dil ile düzeltme, İslâm’ın konuşarak, yazarak, basın-yayın yoluyla tebliğ edilmesi anlamına geliyor. Eğer doğru yorumluyorsak, basın-yayın yoluyla konuşarak, yazarak her türlü imkanı kullanarak, İslâm’ın etkili bir şekilde tebliğ edilmesi gerekiyor.
Şefkat Dergisi: Peygamber Efendimiz zamanında bunun uygulama şekillerinden bahseder misiniz?
Çelik: Resûlullah (s.a.v.) yazı ile dinin tebliğine büyük önem vermiştir. Biz, daha çok Medine döneminde okuma yazmanın geliştiğini düşünüyoruz ama tam aksine Efendimiz’e vahiy geldiği andan itibaren inen ayetleri yazdırması, O’nun o günün şartlarında yazıya ne kadar ehemmiyet verdiğinin bir göstergesidir. Tabii Kur’ân-ı Kerîm’in bu yöndeki işaretleriyle Peygamberimiz (s.a.v.)’in uygulamalarını Müslümanlar çok iyi değerlendirdiği için yazı kısa zamanda büyük gelişme kaydetmiş, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren bu alanda günün şartları, günün bütün imkanları kullanılarak ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. Bunu İslâm’ın ilerleyen dönemlerinde yapılan çalışmalardan, dünya kütüphanelerini dolduran yüzbinlerce kitabı şamil zengin mirasımızdan görmek mümkündür.
Şefkat Dergisi: Peki, günümüze gelecek olursak; basın-yayın çalışmalarını nasıl değerlendirmek gerekir? Bu konuda geldiğimiz noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Çelik: İster kitap, ister dergi, ister gazete olsun, günün şartlarını dikkate alarak tebliğde bulunmak, İslâm’ı neşredip yaymak, yine radyo, televizyon, internet gibi teknolojinin imkanlarını bu yolda seferber etmek dinimizin emridir ve bunları en güzel şekilde kullanması gerekenler de Müslümanlardır. Hal böyle iken şu anki durumumuzu değerlendirecek olursak; bu sahada yaptığımız çalışmalar gözümüzde büyüyebilir. Yayınevlerimiz, yayınlanan telif, tercüme kitaplar, dergiler, gazeteler. Ancak bizim dışımızdaki şer güçlerin İslâm’a aykırı yaptıkları çalışmalara baktığımız zaman, şu anki gözüken tablo henüz Müslümanlar olarak bunlara karşı, bir davanın neşri, tebliği, duyurulması ve savunulması noktasında teknik imkanları yeterince kullanamadığımız ortaya çıkıyor. Dolayısıyla alacağımız daha çok mesafe var demektir.
Şefkat Dergisi: Burada problem nedir? Niçin bu hamleleri yapamıyoruz?
Çelik: Tanzimat’tan bu yana ciddi manada yaşanan kültürel bir yozlaşma var. Asli kaynaklarımızdan süratle uzaklaşma söz konusu. Bilhassa kültürel sahada hayli zor dönemlerden geçtik. Toplum olarak geçmişimizle bağlarımızı tekrar kurmadan; İslâmî köklerimizle, Osmanlı geçmişimizle yeniden buluşmadan bu problemi çözemeyiz. Bu açıdan baktığımızda daha çok mesafe almamız gerekiyor. Türkiye’de bilhassa dini sahada yapılan neşriyatın çoğu tercüme eser. Toplumun ihtiyaçlarını, anlayışını, kültürünü dikkate alan, onu adeta bir anne sütü gibi ruhuna, nabzına uygun bir şekilde besleyip büyüten telif eserlere ihtiyaç var.
Şefkat Dergisi: Efendim, bu tespitlerden sonra konuyu biraz daha özele indirirsek, siz basın-yayın sahasındaki teknolojik gelişmeleri ne kadar kullanabiliyorsunuz? Meselâ Prof. Dr. Ömer Çelik’in bir web sayfası var mı?
Çelik: Maalesef yok. Bu manada teknolojik imkanları çok iyi kullandığımı söyleyemem. Sıradan bir internet kullanıcısıyım sadece. Bu bir eksiklik tabii ki. Ancak bunların en etkili şekilde kullanılmasına inanan birisi olarak basın-yayın alanındaki teknolojik gelişmeleri Allah’ın bir hikmeti, bir ikramı, O’nun kainata koymuş olduğu nizamın bir keşfi ve inkişafı olarak görüyor ve bunu en iyi şekilde İslâm’ın faydası için Müslümanların kullanması gerektiğine inanıyorum. Fikriyatımız böyle olmakla beraber henüz bir web sayfası açarak orada makalelerimizi, kitaplarımızı neşredip sorulara cevaplar vermek suretiyle bu sahada aktif bir hizmetin içine giremedik ne yazık ki!
Tabii bu sadece internet ile sınırlı değil. Basın-yayın alanında sinema, tiyatro, televizyon, belgesel filmler, canlı yayınlar gibi daha pek çok araçtan istifade etmek gerekiyor. Burada da ciddi eksiklerimiz var. Nedense İslâm âleminde bu teknik gelişmelere karşı, Batı’dan geldiği, orada ortaya çıktığı ve daha çok İslâm’ın aleyhine şer maksatla kullanıldığı için bir soğukluk ve tepki var. Meselâ radyo icat edildiğinde gavur icadı, televizyon dendiğinde deccal yakıştırması yapmışız. Halbuki bu şekilde tepki göstermekten ziyade bunları birer imkan olarak telakki edip değerlendirmek gerekiyor. Oysaki Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede “Düşmana karşı kuvvet hazırlayın!” (Enfâl, 60) buyuruyor. Bu kuvvet de düşmanın hazırladığı kuvvetin cinsinden olursa ancak başarılı olunur. Size topla tüfekle saldırılırken siz kılıç kalkan kullanamazsınız. Nükleer silahlara tabanca ve tüfekle karşı koyamazsınız. Düşmanlarımız üzerimize modern kitle iletişim araçları ile gelirken aynı araçları daha modern ve işler hale getirip mukabil atakta bulunmamız gerekiyor.
Şefkat Dergisi: Hocam siz bir akademisyensiniz. Basın-yayın alanında yapılan akademik neşriyat ile halka yönelik yapılan basın-yayın faaliyetlerini tesir bakımından bir mukayese yapar mısınız?
Çelik: Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor; “Biz peygamberler, insanlara akılları alacak, anlayabilecekleri seviyede konuşmakla emrolunduk.“ Bazen camilerde vaaz, dost meclislerinden sohbetler ediyoruz. Konuşmamızın sonunda bize; “Hocam siz profesörsünüz; çok üst düzeyde konuştunuz, çok yüksek hakikatlerden bahsettiniz, biz bir şey anlayamadık” diyorlar. Cemaatin aslında söylemek istediği şu; “Hocam, siz bize konuşmayı beceremediniz. Bizim anlayacağımız derecede meseleyi izah edemediniz. Yani siz bu işi yapamadınız.” İşte burada insanlara anladığı seviyede konuşmak çok önemli. Akademik çalışmaların elbette hitap ettiği bir kesim var. Bunula ilgili olarak bir hocamız şöyle demişti; “Öyle kitap olur ki, o kitabı ancak bir kişi okur, fakat o kitabı bir kişi okuduktan sonra bin kişinin okumasından daha tesirli olur.” O zaman her seviyeye hitap eden, anlaşılır bir dille eserlerin yazılması lazım. Ancak bugün Türkiye’de, akademik kadrolar ile halk arasında ciddi bir kopukluk olduğu kanaatini taşıyorum. Akademik dil halkın seviyesine uygun düşmediği için bu tür eserlerden halk istifade edemiyor. Diğer taraftan halkın seviyesi dikkate alınarak yazılan kitaplarda bilginin doğruluğu, dikkatli seçilmesi ve kullanılması noktasında da ciddi problemler yaşanıyor. Dolayısıyla her ikisini dikkate alarak umumi çalışmalar yapılması lazım. Yani üst düzey fikri eserler de ihmal edilmemeli ama halkın öğrenmesi gereken bilgiler de doğru ve anlaşılır bir tarzda neşriyat yoluyla ona ulaştırılmalı. Bu noktada bilhassa ilahiyat akademisyenlerinin halk seviyesini dikkate alarak belki ikinci bir çalışma yapmak suretiyle toplumu irşad edecek görüşlerini onlarla paylaşmaları mümkün olabilir. Netice itibariyle ne halk için hizmet yapacağız diye akademik çalışmalar terkedilmemeli ne de tamamen akademik olacağız diye halk ihmal edilmemeli. Her ikisinin de hakkı verilmeli.
Şefkat Dergisi: Peki, siz Prof. Dr. Ömer Çelik olarak basın-yayın alanında yapmış olduğunuz çalışmalarla halkın seviyesine inip onları irşad ettiğinize inanıyor musunuz?
Çelik: Yazıp da yayınladığımız kitaplar dikkate alındığında buna azami derecede özen gösterdiğimiz, ihmal etmemeye çalıştığımız ortaya çıkıyorsa da bunu ne kadar başardığımız halkımızın takdirine bağlı. Yani anlaşılabilir bir şekilde ne kadar tesirli oluyor, halkımızın manevi dünyasına ne kadar sirayet edebiliyoruz? Onların zihinlerindeki soruları cevaplayıp problemlerine ne ölçüde çözüm üretebiliyoruz? İşte bunları başarmaya çalışıyoruz ama tam başarılı olduğumuz da söylenemez. Belki de halkın okuduğu popüler dergilerde, gazetelerde sürekli yazmak suretiyle aradaki engelleri kaldırmak gerekiyor. Bu noktada başta Şefkat Dergisi olmak üzere muhtelif basın-yayın organlarında yazılar yazmak büyük önem arzediyor. Bu tür İslâmî yayın organları, bilginin halka indirilmesi ve halkla irtibatın sağlanması noktasında çok önemli köprü vazifesi görüyor.
Şefkat Dergisi: En son “Hakk’ın Dâveti” adında bir tefsir çalışması yaptınız. Böyle bir tefsir yazmaya sizi ne sevketti?
Çelik: Bunun muhtelif saikleri var. Öncelikli olarak, Osman Nûri Topbaş Hocamız bizi bu çalışmaya teşvik ettiler. Arzuları, bu tefsirin, yurt içinde ve yurt dışında bilhassa dinî hizmetlerin olduğu yerlerde Müslümanların istifadesine sunmaktır. Bu da ciddi bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Meselâ Rusça müstakim doğru dürüst bir tefsir yok. İngilizce güvenilir, sözü eğmeden bükmeden ifade eden, arı duru bir tefsir yok. Bu çalışmamız ilerde bu dillere tercüme edildiği takdirde istifade edileceğini ümit ediyorum.
Sonra, ülkemizde İslâmî ilimlerde genelde tercüme eserler ön plandadır. Bu yeterli görülmemeli, bir aşama olarak telakki edilmeli. Bir toplumun ihtiyacını karşılama noktasında tercüme eserler hiçbir zaman o toplumun içinden gelen insanların yazacağı telif eserlerin yerini tutamaz. Dolayısıyla ilgili sahalarda ilim adamlarımızı yetiştirip onların orijinal telif eserler ortaya koymalarına imkan hazırlamalıyız. Biz de bu noktadan hareketle, onların içerisinden gelen birisi olarak, öncelikle Kur’ânî hakikatleri kendi halkımıza ulaştırmayı hedefledik. Sonra Türkiye’de tefsir sahasında belli bir değer ve kıymette büyüklü küçüklü muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar, gerek hacim gerekse kullanılabilirlik bakımından daha kolay, daha anlaşılır bir dille insanımıza derli toplu Kur’ânî bilgiler verme ihtiyacını tam olarak karşılayamamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmamız bir; telif olması, iki; anlaşılır olması, üç; okunup bitirilebilir olması açısından önem arzetmektedir.
Şefkat Dergisi: Efendim, “bitirilebilir bir tefsir” sözünüzü biraz açabilir misiniz? Diğer tefsirler bitirilemez mi?
Çelik: Tefsir külliyatına baktığınızda meselâ bir Kurtubî, bir Râzî, bir Elmalılı tefsirini, hacimleri sebebiyle baştan sona okuyup bitirmek her babayiğidin harcı değildir. Bu yüzden tefsirler birer müracaat kitabı olarak kullanılabiliyor ancak. Bu da bütüncül bir Kur’ân bilgisi elde etmeye engel oluyor. Ben de bu çalışmama başlarken hep şu duyguyu taşımışımdır: İnşallah bir gün karşılaştığım bir öğrenciden veya halktan birinden şöyle bir söz duyarım: “Ben bir tefsiri baştan sona bitiremem diye düşünüyordum. Fakat sayenizde bu emelimi gerçekleştirdim. Baştan sona bir tefsir bitirdim. Buna siz vesile oldunuz Allah razı olsun.” Yani okuyan, Fatiha’dan girecek, Nâs suresinden çıkabilecek. Bir Müslüman olarak baştan sona yüce Kitab’ının tefsirini okumanın hazzını tadacak. Bu benim en büyük arzumdur.
Şefkat Dergisi: Bu tefsiri hazırlarken nasıl bir metot uyguladınız?
Çelik: Öncelikle muhatap aldığım kitleye göre kaynak ve bir üslup belirlemeye çalıştım. Hedef kitle Türkiye halkı olunca o insanların yerine kendimi koyarak “onlar bu âyeti okudukları zaman burada neyi görmeyi arzularlar” diye düşündüm. Yani onların beklentilerini dikkate almak suretiyle bilgileri önem sırasına göre değerlendirdim. Yine şunları öğrenmeleri gerekir, bu mesajları vermek lazım düşüncesiyle Kur’ânî hakikatleri ön plana çıkarmaya çalıştım. Bunun için de kaynak olarak klasik tefsirlerden çağdaş tefsirlere kadar bütün tefsirlerden istifade ettim. Yani çok kaynak kullandım ama bilgilerin muhakkak ihtiyacı karşılayacak tarzda olmasına özen gösterdim.
Şefkat Dergisi: Peki, bu çalışma kaç sene sürdü? Uzun soluklu olduğu anlaşılıyor.
Çelik: Bilfiil altı sene sürdü. Şu an altıncı yılın içerisindeyiz. Tahmin ediyorum altıncı yıl bitmeden neşrini gerçekleştirmiş olacağız inşallah.
Şefkat Dergisi: Bildiğimiz kadarıyla beş cilt oldu. Daha az olamaz mıydı acaba?
Çelik: Söz konusu Kur’ân-ı Kerîm ve onun tefsiri olunca iş değişiyor. Bazı şeylerden taviz veremiyorsunuz. Piyasada çok sayıda meal var. Yine açıklamalı mealler de mevcut. Ancak tüm bunlar, muhtasar bir tefsire olan ihtiyacı ortadan kaldırmıyor. Bu yüzden mevcut boşluğu ancak muhtasar bir tefsirin doldurabileceği kanaatine ulaştım. İhtiyaca binaen yapılmamış bir şeyi yapmak gerekiyordu. Her şeyin bir haddi ve hakkı var; Allah’ın kelamını tefsir ederken ne kadar kısarsanız kısın ancak bu kadar olabiliyor. Aksi ise Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri olmaktan çıkıyor. Evet, başlangıçta üç cilt olarak düşünmüştüm ancak çalışmamın ilerleyen safhalarından bunun mümkün olmadığını bizzat tecrübe ederek gördüm. Dolayısıyla hem işin ciddiyetini koruyabilmek hem de anlaşılabilirliği sağlamak, bunu da çok hassas bir dengeye oturtarak yapmak gerekiyor. Söz konusu Allah’ın kelamı olunca, tefsirin de o ağırlığı taşıması lazım.
Şefkat Dergisi: Hocam, tefsirler içerisinde ahkâm tefsirleri, rivayet, dirayet, tasavvufî tefsirler var. Sizin tefsiriniz hangi guruba giriyor?
Çelik: Tüm bu tefsir çeşitleri içerisinde bizim tefsirimizi ictimai tefsir olarak değerlendirebiliriz. Yani halkı dikkate alan, Kur’ânî açıdan toplumun bilgilendirilmesini hedefleyen, cemiyetin ihtiyacına göre yapılmış ictimai, sosyolojik bir tefsir.
Şefkat Dergisi: Peki hocam, tefsir gibi ciddi bir çalışmanın riskleri hiç yok mu? Meselâ eleştirilmekten hiç korkmuyor musunuz?
Çelik: Bir kere bu çalışmamızı iyi niyetle, elbette Allah’ın kelamının güzelliğine, ulviliğine yakışır bir eser olamayacağının şuurunda, mütevazı bir çalışma olarak yaptık. Bir iyilik varsa mutlaka Rabbimiz’dendir, kusur varsa bizdendir. Dolayısıyla çok güzel bir şey yaptık, kimse böyle bir şey yapamaz gibi bir iddiamız asla olamaz. Elbette tenkit edilecektir. Bir şeyi yapmak zordur ama onu bir çırpıda tenkit etmek kolaydır. Meselâ akademik camiadan; “Kaynak göstermemiş, akademik üslup kullanmamış” tarzında tenkitler gelebilir. Biz baştan bu tenkitlere hazırlıklıyız. Elbette daha güzeli yapılabilir ve yapılmalıdır da. Yok dildir, üsluptur; edebi zevk ve akıcılık adına her ne ise daha kemale erdirilmesi, çok daha güzelinin yapılması da mümkündür. Biz Allah yolunda karıncanın ağzındaki bir damla su kabilinden Kur’ân kültürüne bir parça katkı sağlamayı hedefledik ve onu yapmaya çalıştık. Hepsi bu.
Şefkat Dergisi: Efendim, elinize, yüreğinize sağlık. Ben bu çalışmanızı çok önemsiyorum. “Hocam, bize bir tefsir söyler misiniz? Okumak istiyoruz” diyerek bize sıkça müracaat edenlere en azından rahatlıkla sizin çalışmanızı tavsiye edebileceğiz. Türkiye’de bilhassa bu sahadaki ciddi boşluğu siz bu çalışmanızla doldurmuş oldunuz.
Çelik: Teşekkür ederim. Burada mühim bir noktaya daha işaret etmek isterim: Tefsir yapacak kişi, bir kere Kur’ân ve sünnet ölçüleri çerçevesinde hareket eden, ehl-i sünnet ve’l- cemaat itikadına sıkı sıkıya bağlı biri olmalıdır. Yani sahabenin Efendimiz (s.a.v.)’den anlayıp yaşadığı, sahih yolla bize kadar bozulmadan gelen İslâm’ı gözeten, onun ahlâkıyla, âdâbıyla, ibadetiyle, her şeyiyle kıyamete kadar baki kalacağına samimiyetle inanan ve ona zerre kadar toz kondurmayacak bir hassasiyet içerisinde sağlam itikad sahibi biri olması gerekmektedir. Bunu sağlamak elbette kolay değildir. Ama Kur’ân’ı tefsir etmek için yola çıkan kişide bütün bu hassasiyetleri gözetmek en azından bir hedef olmalıdır. Yani Allah’ın indirdiği bir âyeti açıklamaya çalışırken İslâm’ın o emsalsiz nizam, sistem anlayışını hiçbir zaman gözünden, kalbinden uzak tutmamalı, nasları eğip bükmemelidir. Bütün güç ve kuvvetini; “acaba ben Rabbimin muradını en doğru şekilde nasıl anlayabilirim ve onu en güzel şekilde nasıl izah edebilirim” tarzında samimiyetle sarfetmesi gerekmektedir. Bunu niçin söylüyorum; maalesef günümüzde kendi sığ fikirlerini Kur’ân’a söyletmeye çalışanlar var. Adam âyeti okuyor, Allah Teâlâ’nın muradını anlamaya niyeti yok. Kur’ân-ı Kerîm işte bunlara; “Kalplerinde yamukluk olanlar, sırf fitne çıkarmak, bir de kendi keyiflerine göre te’vil yapmak için onun müteşâbih olanlarının peşine düşerler” (Âl-i İmrân, 7) diyerek işaret etmektedir. Ülkemizde son zamanlarda yazılan tefsirlerde bunu görüyoruz. Örtünmede görüyoruz, ehl-i kitapla münasebetlerde görüyoruz, faizde görüyoruz… Böyle yaparken de; “Ne yapalım efendim, halkı sıkıntıya sokmamak lazım” diyorlar. Bir Müslümanın böyle bir derdi olamaz. Hiç merak etmesinler; Allah’ın muradı hiç kimseyi sıkıntıya sokmaz! Ancak âyette de işaret edildiği gibi; kalplerinde hastalık olanların işidir bu. Bize burada düşen rabbani âlimlerimizin yolunda yürümek, dinden imandan taviz vermemektir.
Şefkat Dergisi: Muhterem Hocam, vermiş olduğunuz bu kıymetli bilgilerden dolayı size çok çok teşekkür ediyor, çalışmalarınızda muvaffakiyetler diliyoruz.
Çelik: Ben de teşekkür ediyorum. Allah Teâlâ yardımcımız olsun!