1. Yeme Âdâbı

Yemeğe oturmadan önce ve yemekten sonra eller yıkanmalıdır. Bu, temizlik ve sağlık açısından oldukça önemlidir. Hadis-i şerîfte; “Yemeğin bereketi, yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktadır.” (Tirmizî, Et‘ime, 39) buyrularak bu duruma işâret edilmiştir. Yemekten önce ellerin yıkanması kirleri, sonra yıkanması ise bulaşan yağ ve benzeri şeyleri temizler. Nitekim Efendimiz şu uyarıda bulunmaktadır:

“Elinde yemek bulaşığı kaldığı hâlde yıkamadan uyuyan kimse, herhangi bir zarara uğrarsa kendisinden başka kimseyi suçlamasın!” (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 53)

Her hayırlı işte olduğu gibi yemeğe de “bismillâh” diyerek başlamak İslâm’ın getirdiği güzelliklerdendir. Nitekim Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur; “Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan askerlerine, «Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz.» der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan onlara, «Geceyi geçirecek bir yer buldunuz.» der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse şeytan yine askerlerine, «Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz.» der.” (Müslim, Eşribe, 103)

Yemeğe başlayan kimsenin, besmeleyi unuttuğunda ne yapması gerektiğini yine Efendimiz’in tavsiyelerinde bulmaktayız. Hz. Âişe anlatıyor; Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir defâsında ashâbından altı kişi ile birlikte yemek yiyordu. Bir bedevî gelerek yemeği iki lokmada yiyip bitirdi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz:

“– Eğer bu kimse «bismillâh» deseydi yemek hepinize yeterdi. Öyleyse biriniz yemek yediği vakit «bismillâh» desin. Yemeğin başında bunu söylemeyi unutursa:

بِسْمِ اللهِ فىِ أَوَّلِهِ وَأخِرِهِ

«Başında da sonunda da bismillah» desin!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Et‘ime, 7; Ebû Dâvûd, Et‘ime, 15)

Bununla alâkalı diğer bir hayreti mûcip hâdise de şöyle cereyân etmiştir; Sahâbeden Ümeyye bin Mahşî -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanında bir kimse yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken “Bismillâhi evvelehû ve âhirahû” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz tebessüm etti ve, “Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan yediklerini dışarı çıkardı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 15)

Yemek, mümkün olduğunca toplu olarak yenmelidir. “Toplulukta rahmet, ayrılıkta azap vardır.” (Münâvî, III, 470) buyuran Peygamberimiz, yemek yerken de birlikte bulunmayı tavsiye etmektedir. Vahşî bin Harb -radıyallahu anh-ın haber verdiğine göre bir kısım sahâbîler:

– Yâ Resûlallâh! Yemek yiyoruz fakat doymuyoruz, dediler. Resûl-i Ekrem onlara:

“– Herhâlde ayrı ayrı yiyorsunuz!” deyince:

– Evet, öyle yapıyoruz, dediler. Allâh Resûlü de:

“– Birlikte yiyiniz ve besmele çekiniz ki yemeğiniz bereketlensin.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 14)

Yemeğe büyüklerden önce başlanmamalıdır. Ashaptan Huzeyfe -radıyallâhu anh- diyor ki, “Birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, Peygamberimiz başlamadan biz elimizi yemeğe sürmezdik.” (Müslim, Eşribe, 102) Sahâbe-i kirâmın Resûlullâh’ın büyüklüğüne hürmeten tatbîk ettiği bu güzel edep, asırlarca Müslüman âilelerde uygulanagelmiştir. Evin büyüğü oturup yemeğe başlamadan yenilip içilmesi, büyük bir sû-i edep (edep eksikliği) telakkî edilmiştir.

Bir mü’min yemeğini sağ eliyle ve önünden yemelidir. Ömer bin Ebî Seleme -radıyallâhu anhumâ- anlatıyor:

“Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken elim tabağın her yanına giderdi. Bunun üzerine Efendimiz bana şöyle buyurdu:

يَا غُلاَمُ! سَمِّ اللهَ وَكُلْ بِيَمِينِكَ وَكُلْ مِمَّا يَلِيكَ

“– Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve hep önünden ye!” (Buhârî, Et‘ime, 2)

Seleme bin Ekva’ -radıyallâhu anh- de şunları söyler; “Adamın biri Efendimiz’in yanında sol eliyle yemek yiyordu. Resûl-i Ekrem ona:

«– Sağ elinle ye!» buyurdu. Adam:

– Yapamıyorum, diye cevap verdi. Allâh Resûlü adama:

«– Yapamaz ol!» buyurdu.”

Seleme’nin bildirdiğine göre, adam kibrinden dolayı böyle söylemişti. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in bedduasını aldıktan sonra, gerçekten elini ağzına götüremez oldu. (Müslim, Eşribe, 107)

Bugün toplumumuzda İslâm dışı kültürlerin etkisiyle ve çağdaşlık adı altında sol el ile yemeyi âdet hâline getirme temâyülü görülmektedir. Özellikle halka açık lokanta gibi yerlerde bıçakların sağ tarafa, kaşık ve çatalların sol tarafa konulması ve değişmez bir kâide gibi uygulanması bunun bir tezâhürüdür. Bu yanlış telâkkînin İslâm’ın yemek âdâbıyla bağdaşmadığı açıktır. Müslümanlar bu hususta dikkatli ve titiz davranmalıdırlar.

Yemek yerken, açgözlülük sayılabilecek hafif hareket ve davranışlardan kaçınmak gerekir. Cebele bin Sühaym diyor ki; “İbn-i Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah bin Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi; «Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize hurmayı böyle yemeyi yasakladı. Fakat birinize arkadaşı izin verirse, çifter çifter yiyebilir.»” (Buhârî, Et‘ime, 44)

Bu meyanda, lokmayı iyice çiğneyip yutmadan, öbürünü almamak da yemek âdâbındandır.

Bir kimse hoşuna gitmese bile, hazırlanan yemeği beğenmezlik etmemeli, en azından bunu dil ile ifâdeden sakınmalıdır. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hiçbir zaman yemekte kusur aramadığını, isteği varsa yediğini, canı çekmiyorsa yemediğini bildirmektedir. (Buhârî, Menâkıb, 23)

Yemek bittikten sonra kabı iyice temizlemek de İslâmî bir edeptir. Enes -radıyallâhu anh-’den rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yemek yediği zaman üç parmağını da yalardı ve bu konuda şöyle buyururdu:

“Birinizin lokması yere düştüğü zaman, bulaşan şeyi temizleyip lokmayı yesin. Onu şeytana bırakmasın.” Sözlerine devamla tabağın sıyrılmasını da emrederek; “Bereketin, yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz.” derdi. (Müslim, Eşribe, 136)

Hadîs-i şerifte Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yemek yedikten sonra parmaklarını üç kez yaladığı ifâde edilmektedir. O dönemde çatal kaşık gibi yemek âletleri bulunmadığı veya yaygın olarak kullanılmadığı için, yemekler umûmiyetle el ile yenilmekteydi. O zamanki şartlara göre bundan daha tabiî bir durum olamazdı. İslâm, yemekten önce ve sonra elleri iyice yıkama edebini tâlim ederek, bu şekilde yemekten doğacak mahzurları bertaraf etmiştir. Nitekim güzelce yıkanan bir el, metalden yapılan çatal ve kaşıktan daha temiz olduğu gibi, sağlık açısından da daha güvenlidir. Bu uygulamadan hareketle günümüzde, sünnet olduğu düşüncesiyle yemeği el ile yemede ısrâr etmek veya kaşık varken elle yemeyi yanlış bir davranış olarak görmek tasvip edilecek bir durum değildir. Zîra Müslüman her bakımdan temiz ve nezih bir davranış sergilemelidir.

İslâm, altın ve gümüş kaplar içerisinde yemek yemeyi haram kılmıştır. Huzeyfe -radıyallâhu anh-’den nakledildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur; “Saf ipek elbise giymeyiniz. Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Bu tür tabaklardan yemek de yemeyiniz![1] (Buhârî, Et‘ime, 29) Diğer taraftan yemeği mümkün mertebe takvâ ehli kimselerle yiyip şerirlerin sofralarından uzak durmak gerekir.

Alkollü içecekler ve benzeri haramların bulunduğu sofralara oturmak da haramdır. Peygamber Efendimiz; “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse, üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın!” buyurmuştur. (Tirmizî, Edeb, 43) Alkollü mamûllerin çok yaygın olduğu günümüzde Müslümanlar son derece dikkatli davranarak içki bulunan yerlerde yemek yememeye ve bu tür yerlerden alış veriş yapmamaya gayret etmelidirler. Zarûret olmadığı hâlde, maslahat îcâbı diyerek ihmalkârlık gösterilmemelidir.

Yemek yerken bir yere dayanmak, uygun bir hareket olarak görülmemiştir. Vehb bin Abdullah -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Ben bir yere dayanarak yemek yemem.” buyurmuştur. (Buhârî, Et‘ime, 13)

Abdullah bin Büsr -radıyallâhu anh- anlatıyor; Resûl-i Ekrem Efendimiz’e bir miktar koyun eti ikram etmiştim. Efendimiz onu yemek üzere diz çökerek oturdu. Orada bulunan bir bedevî:

– Bu ne biçim oturuştur, diyerek hayretini ifade etti. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“– Şüphesiz Allâh beni mütevâzi ve kerem sâhibi bir kul olarak yarattı; kibirli ve inatçı biri yapmadı.” diye cevap verdi. (İbn-i Mâce, Et‘ime, 6)

Böyle bir hareket nimete saygı olduğu gibi, ondan daha mühimi de nimetin sâhibine ta’zîmdir. Bir yere dayanmadan yemek yemenin sağlık açısından da pek çok faydaları mevcuttur.

İhsân edilen sayısız nimetlerin sâhibine ta’zîm ve şükrün bir diğer ifâdesi, yemekten sonra dua okumaktır. Allâh Resûlü, sofrasını kaldırdığı zaman şu duâyı yapardı; “Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile şükrederiz.” (Buhârî, Et‘ime, 54) Efendimiz’in şu duayı yaptığı da rivâyet edilmektedir:

اَلْحَمْدُ للهِ الَّذِي أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا وَجَعَلَنَا مُسْلِمِينَ

“Bizi yediren, içiren ve müslüman kılan Allâh’a hamdolsun.” (Ebû Dâvûd, Et’ime, 52)

Diğer bir hadiste de yemek duâsının önemi şöyle ifade edilmektedir; “Bir kimse yemek yedikten sonra; «Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allâh’a hamd olsun!» derse, geçmiş günahları bağışlanır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 1)

Rivâyete göre Ebu Heysem yemek hazırlayarak Efendimiz ve ashâbından bazılarını dâvet etmişti. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yemekten kalkınca:

“– Kardeşinizi mükâfatlandırın!” buyurdu. Ashâb:

– Mükâfâtı nedir ya Resûlallâh!” diye sordular. Efendimiz:

“– Bir kimsenin evine girilip yemeği yenildiği ve içeceği içildiğinde onun için duâ edilir. İşte bu onun mükâfâtıdır.” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 54)

Yemekte ölçülü davranıp tıka basa yememek gerekir. Efendimiz buyuruyor ki; “Hiç bir insan midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın!” (Tirmizî, Zühd, 47)

Fahr-i Cihân Efendimiz’in tıka basa doldurulan mideyi tehlikeli bir kaba benzetmesi, beden ve ruh sağlığı ile yeme içme arasında yakın bir münâsebet bulunduğunu göstermektedir.

İskenderiye Mukavkısı, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e pek çok hediyelerle birlikte bir de doktor göndermişti. Efendimiz doktora:

“– Ev halkının yanına dönebilirsin. Çünkü biz acıkmadıkça yemeyen bir kavmiz. Yediğimiz zaman da doyuncaya kadar yemeyiz.” buyurdu. (Halebî, III, 299)

Her iki hadiste de hayâtın devamını sağlayacak kadar yemek ile, yeme içmeyi hayatın gâyesi hâline getirmek arasındaki farka dikkat çekilmektedir. Yeme içmede zarurî olan ölçü; vücûdun güç ve kuvvetini devam ettirecek, kişinin çalışamayacak ve kulluk yapamayacak derecede takatsiz kalmasına yol açmayacak kadar olmasıdır. Bunun, herkese göre değişen bir miktar olacağı da tabiîdir. Bu sebeple Peygamberimiz, midenin en az üçte birinin boş bırakılmasını tavsiye ederek, herkes için uygulanabilir bir yol göstermiştir.

Bir atasözünde şöyle denilir; “İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir!” Zîra insanlar, kıtlık zamanlarında açlıktan değil, alışmış oldukları tokluktan dolayı ölürler.

Resûlullah Efendimiz, mü’minin sâdece midesini, kâfirin ise yedi bağırsağını birden doldurmak sûretiyle yiyip içtiğini belirterek İslâm ahlâk ve âdâbının bu konudaki ölçüsünü çarpıcı bir tasvirle beyan etmiştir. Ebû Hureyre’nin rivâyetine göre Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e bir misâfir gelmişti. Misâfir o esnâda kâfir idi. Efendimiz onun için bir koyunun sağılmasını istedi. Misâfir getirilen sütü içip bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi, tekrar getirildi yine bitirdi. Böylece tam yedi kap süt içti. Bu misâfir ertesi gün sabahleyin müslüman oldu. Allâh Resûlü yine ona süt getirilmesini emretti. Misâfir onu içti. Efendimiz tekrar getirtti, fakat misâfir bu kez bitiremedi. Bu hâdise üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“– Mü’min bir bağırsağı ile kâfir ise yedi bağırsağı ile içer.” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 186)

Nâfî -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

“İbn-i Ömer, kendisi ile beraber yemek yiyecek bir fakir olmadan asla sofraya oturmazdı. Birgün birlikte yemeleri için yanına bir adam getirdim. O da çok yedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer:

– Ey Nâfi! Bu adamı bir daha yanıma getirme! Çünkü ben Nebiyy-i zî-şân Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

“– Mü’min bir bağırsağı ile kâfir ise yedi bağırsağı ile yer.” (Buhârî, Et‘ime, 12)

Âyet-i kerîmede Allâh Teâlâ kâfirlerin yeme konusundaki tavrını, bir teşbihle şöyle anlatmaktadır:

“İnkâr edenler, dünyada sâdece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler! Onların varacağı yer cehennemdir.” (Muhammed 47/12)

Kâfirlerin bütün ihtimamları midelerine ve şehvetlerinedir. Âhirete dönüp bakmazlar bile. Dünyaya harîstirler ve âkibetten gâfildirler. Dolayısıyla mü’min, onlardan farklı olarak yeme içmede ölçülü olmalı, dünyaya ve nimetlerine karşı ihtiyaç nispetinde rağbet etmelidir. Zîrâ bir hadîs-i şerîfte:

اِنَّ مِنَ السَّرَفِ أَنْ تَأْكُلَ كُلَّ مَا اشْتَهَيْتَ

“Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 51) buyrularak böyle bir hareket, ölçüsüzlük olarak telâkki edilmiştir. Allâh dostlarına göre ise şeriatte doyduktan sonra yemek israf, tarîkatte doyuncaya kadar yemek israf, hakîkatte de Allâh’ın huzûrunda olduğunu unutarak yemek israftır.

Bir keresinde, çokça yiyen bir adam geğirmeye başlayınca, Efendimiz adamcağızı; “Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır.” diye uyarmıştır. (Tirmizî, Kıyâmet, 37)

Yeme âdâbından biri de soğan ve sarımsak gibi kokusu insanları rahatsız eden yiyecekleri yedikten sonra, toplu hâlde bulunulan yerlere gitmemektir. Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim sarımsak ya da soğan yerse, bizden uzak dursun!” Diğer bir rivâyette; “Mescidimize yaklaşmasın!” buyurmuştur. (Buhârî, Ezân, 160)

Bir defâsında Efendimiz’e, nâhoş kokulu bir sebze yemeği getirildi. Ondan yemedi, fakat ashâbından birine; “Sen ye! Çünkü ben, senin münâcatta bulunmadığın (meleklerle) münâcâtta bulunuyorum.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 40)

Melekler ve nûranî varlıklar, insanların temiz olmasını ve güzel kokmasını severler. Aksi durumlardan da hoşlanmazlar. Bu sebeple câmiye veya birlikte bulunulan yerlere soğan, sarımsak, sigara, rahatsız edici parfüm ve benzeri kokularla gitmemek en münâsip davranıştır. [2]

“Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sâdece Allâh’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin!” (el-Bakara 2/172) âyetinde ifade edildiği üzere, her türlü helâl rızıktan yemek içmek aslında mubahtır. Ancak diğer konularda olduğu gibi yeme içmede de îtidalli hareket etmek, aşırılık ve israftan kaçınmak gerekir. Kur’an-ı Kerîm’de bu durum şöyle beyan edilmektedir:

“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.” (el-A’râf 7/31)

Her işin belli bir gâyesi vardır ve niyet, yapılan işlerin kıymetini tâyinde büyük bir vazîfe icrâ eder. Yemek de hangi niyet ve maksat için yenilirse, onun için güç ve kuvvet olur. Bu yüzden yemekten maksat, zevk ve lezzet alarak nefsin boyunduruğu altına girmek değil, Allâh’a kulluk ve ibâdete güç kazanmak olmalıdır. Yani yemek bizzat gâye değil, hedefe giden yolda bir vâsıta olarak görülmelidir. Yeme ve içmede tehlikeli olan şey, tokluk sebebiyle günâha düşmektir.

Mevlânâ hazretleri yeme içme ile insan mâneviyatı arasındaki alâkayı şöyle dile getirir:

“Kene gibi pis bir deriye konup şişeceğine, kuşlar gibi yarı aç ol ki fezâlarda dolaşasın.”

Gece olduğunda yemek kaplarının üzerlerinin örtülmesi tavsiye edilmiştir. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- birçok hususa temâs ettiği bir hadîs-i şerîfinde bu mevzûya da yer vererek şöyle buyurur:

“Karanlık çöktüğü zaman çocuklarınızı dışarı salmayın. Çünkü şeytanlar bu esnâda her tarafa yayılırlar. Yatsı vaktinden bir müddet geçince, onları serbest bırakabilirsiniz. Kapını kapa Allâh’ın ismini zikret! Kandilini söndür Allâh’ın ismini zikret! Su kabının ağzını kapa Allâh’ın ismini zikret! Yemek kabının ağzını kapa Allâh’ın ismini zikret! (Kapatacak bir şey bulamadığın takdirde) herhangi bir şeyi üzerine uzatıp koymak sûretiyle de olsa (bunu yap)! Zîrâ şeytan kapalı kapıyı açamaz. Kandilleri söndürün, zira fare fitili çekip ev halkını yakabilir.” (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; Müslim, Eşribe, 96)

Diğer bir hadiste de şöyle buyrulur; “Sene içinde bilinmeyen bir gece vardır. O gecede vebâ hastalığı indirilir. Hastalık bu gece açık bir yemek kabına veya su kabına rastlarsa oraya muhakkak girer.” (Müslim, Eşribe, 99)


[1] İslâm, altın ve gümüşten yapılmış yiyecek ve içecek malzemeleri ile diğer ev eşyâsının kullanılmasını hem erkek hem kadınlara haram kılmıştır. İlgili hadislerdeki nehyin, haramlık ifâde ettiğinde ulemânın ittifakı vardır. Bu nehiy mutlak olup bazı maddeler ile bazı eşyalar bu yasaklamanın dışında bırakılmamıştır. Huzeyfe -radıyallâhu anh- Medâyin şehrinde bulunduğu sırada oranın önde gelenlerinden biri kendisine gümüş bir bardakla su getirmişti. Huzeyfe, bardağı sert bir tavırla getirene iâde etmiş ve:

– Sana bu bardakla su getirmemeni defalarca söylemiş olmasaydım şimdi böyle davranmazdım, diyerek Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Harîr ve dîbâc adıyla anılan ipekli kumaşlardan yapılmış elbiseler giymeyiniz. Altın ve gümüş bardaklardan su içmeyiniz. Altın çanak ve tabaklara konan yemekleri yemeyiniz. Bu eşyâ dünyada kâfirlere ait zînet eşyasıdır. Âhirette ise bizim zînet eşyamız olacaktır.” (Müslim, Libâs, 4)

Sâdece süs eşyası olmak kaydıyla evde altın ve gümüş kaplar, tablalar ve benzerlerini bulundurmak câizdir. Saf altın ve gümüşten üretilmemiş, bu ikisiyle yaldızlanıp süslenmiş eşyanın kullanılması da haram değildir. Süs için olmamak kaydıyla, ihtiyaçtan dolayı dişleri altınla kaplatmak veya altından diş yaptırmak haram değildir. Nitekim, Arfece bin Es’ad ismindeki sahâbînin burnu Câhiliye döneminde cereyan eden Kilâb harbinde kesilmiş, o da gümüşten bir burun taktırmıştı. Peygamber Efendimiz kendisini görünce, altından bir burun yaptırmasını tavsiye etti. O da altından bir takma burun yaptırdı. (Ebû Dâvûd, Hâtem, 7; Tirmizî, Libâs, 31) Çünkü altın sağlık açısından daha münâsip ve koku yapmayan bir madendir. Nitekim günümüzde de vücûdun herhangi bir yerine bir maden konulması gerektiğinde altın veya platin konulmaktadır.

 

[2] Uzmanların bildirdiğine göre, modern parfümlerde özellikle karşı cinsi uyaracak katkı maddeleri kullanılmakta ve bu yönde ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Kokuların, beynin algılama merkezlerindeki etkisi araştırılarak bu bilgiler kozmetik endüstrisinde kullanılmaktadır. Bu îtibarla Müslümanların bu konuda dikkatli olmaları gerekir.

Bookmark the permalink.

Comments are closed