TAKDİM

Sayısız mahlûkâtı içinde bizlere insanlık ve kulluk şerefini bahşeden; Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Muhammed Mustafâ’yı, kullarına hidâyet rehberi olarak gönderen, bize de ona ümmet olmanın şeref ve bahtiyarlığını lutfeden, yine onun örnek şahsiyetini bütün beşeriyete armağan eden Allâh Teâlâ’ya nihâyetsiz hamd ü senâlar olsun.

O Allâh -azîmü’ş-şân- ki mü’minlerin gönül bahçesini hikmet gülleriyle doldurdu, ma’rifet çiçekleriyle neşelendirdi ve feyizlendirdi. Susamış dudakları Kur’ân-ı Kerîm’in nurlu pınarıyla kandırdı ve dil bülbülünü Ahmedî hakîkatler gülistanında huzûra erdirdi.

Ey Rabbimiz! Bize ebedî bir ömür versen, biz de hiç ara vermeden bütün ömrümüzü Sen’in hamdine tahsîs etsek, yine de Sana lâyıkı ile hamd ü senâda bulunamayız. Sen kendini nasıl senâ ettiysen öylesin! Sen’in en küçük bir nimetinin bile şükrünü edâdan âciziz. Nerede o sayısız ihsânlarına şükredebilmek! Kaldı ki her şükür duygusu da ayrıca şükrü gerektiren büyük bir nimettir. Aczimizin idrâki içinde Sen’i her türlü noksanlıktan tenzih ediyoruz, ey Yüceler Yücesi Rabbimiz!

İlâhî terbiyenin nâmütenâhî güzellikleri içinde en mükemmel kıvâma yükseltilen, Allâh Teâlâ’nın seçip beğendiği İslâm’ı en güzel şekilde insanlara takdîm eden, onlara Rableri’nin ma’rifet ve muhabbetini tâlim eden, bütün varlığını beşeriyetin selâmetine adayan, cennete ve Cemâlullâh’a giden yolun mübârek rehberi, gözlerin nûru, gönüllerin tabîbi ve sürûru, Habîb-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’e şânına lâyık bir şekilde salât ü selâm olsun.

Ey sîmâsı kâinat sarayının sirâc-ı münîri ve ey kâmeti cömertlik ve kerem mevsiminin selvisi olan Efendim! Selâm olsun sana!

Ey yeryüzünü şereflendirdiğinden beri, kara toprağın mâvi göğe karşı yüz binlerce nâz ettiği Habîb-i Ekrem! Selâm olsun sana!

Ey mahlûkâtın erebileceği en yüce mertebenin bile, onun Allâh’a olan yakınlığından yüz binlerce derece daha aşağıda kaldığı Resûl-i Kerîm! Selâm olsun sana!

Ey hürmetine, cehâlet ve hamâkat karanlığında bulunanların önünde ilâhî inâyet nûrunun hazînesi açılan şânı yüce Nebî! Selâm olsun sana!

Ey kalp gözünün körlüğüne karşı ayağının tozu, ehl-i şühûdun en kıymetli sürmesi olan Yüce Sevgili! Selâm olsun sana!

Ey Âdem’in yaratılışından asırlarca evvel meleklerin, huzur mihrâbına yönelmiş olarak secdeye kapandığı kâinâtın varlık sebebi! Selâm olsun sana!

Ey Nebiyy-i zî-şân! Senin feyzin ve nûrâniyetin, gözlerimizin ve gönüllerimizin pasını silen bir iksirdir. Sana kavuşma ümîdi olmasa âhiret güzergâhında bulunan bu dünyanın ne tadı ne de mânâsı olur! Selâm olsun sana!

Rûhumuzun senden başka sermâyesi yoktur. Bizde, sensiz bir hayâtın ve cennetlerin sevdâsı da yoktur.

Ey cümle mahlûkâtın efdali! Biz nerede, sana hakkıyla selâm verebilme bahtiyarlığı nerede! Sana kâinâtın mâliki olan Allâh Teâlâ’dan her lahza yüz binlerce salât ü selâm olsun!

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hâliyle hallenen, onun örnek hayatını noksansız bir şekilde söz ve fiilleriyle bizlere nakleden güzîde ashâbına, onları en güzel şekilde takip eden bütün ulemâ, evliyâ, şühedâ ve sâlihîne selam eder, şefâatlerini niyaz ederiz. Radıyallâhu anhüm ecmaîn.

İnsanoğlu kemâle erişebilme ve sırât-ı müstakîme nâil olabilme hususunda hayatları müstakim, gönülleri temiz, kalpleri günah lekesinden ve şüphelerden berî hidâyet dâvetçilerini ve mürşitleri örnek almaya son derece muhtaçtır. Zîrâ örnek alma ve taklid etme, insan fıtratında meknuz bir duygudur. Sözün yolu uzun, fakat örneklerin yolu kısa ve tesirlidir. İnsanoğlu mücerret fikir ve tavsiyeden çok müşahhas örneklere meftûn olur. Bu, onun için bir öğrenme kolaylığı olduğu gibi iknâ ve tatmin olması için de bir ihtiyaçtır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm insanlara bazı şeyleri öğretirken kıssa ve mesellerde davranış örnekleri sunmuş, mevzuyu müşahhas sahneler hâlinde gözler önüne sermiştir.

İnsanda fıtrî olan örnek alma ihtiyacı, hakîki bir rehberle yani “Üsve-i Hasene” ile doldurulmadığı takdirde, “Tabiat boşluk kabul etmez.” hikmetince kendine sahte misaller bulmakta gecikmeyecektir. İnsan, özellikle gelişme ve teşekkül dönemi olan gençlik yıllarında, tabiatı gereği daima örnek şahsiyetler arar ve bazen müfsidleri mürşid zannederek gönlünü yanlış yerlere tahsis eder ve hüsrana uğrar. Gönül dünyasını hayra istikâmetlendirecek uygun örnekleri bulamayanlar, kendilerine takdim edilen diğer menfî modellere takılıp kalırlar. Nitekim bugün yaşanılan ile Allâh Teâlâ’nın istediği hayat kıyas edildiği zaman arada büyük bir uçurumun olduğu görülecektir. Zira günümüz insanı, ekseriyetle örneğini Allâh Resûlü’nde değil, şahsiyeti zaafa uğramış insan müsveddelerinde aramaktadır. Bu yanlışın telafi edilmesi ve aradaki açığın kapatılabilmesi mühim bir vecîbedir. Çünkü Allah Teâlâ; “O gün her sınıf insanı imamlarıyla birlikte çağıracağız.” (el-İsrâ 17/71) buyurmakta ve insanların dünyada takip ettikleri kimselerle beraber cennete veya cehenneme gideceklerini bildirerek, kişinin hayatta kendisine güzel ve doğru yolda giden bir önder seçmesini, salih kimselerin topluluğuna dahil olmasını istemektedir.

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, kendinden önceki nebîlerin fârik vasıflarını zâtında cem ederek zirve teşkil eden, bütün nebîlerin müjdesi olan, âlemlere rahmet olarak lutfedilen şerefli ve yüce bir peygamberdir. Allâh Teâlâ bütün nebîlerden, müjdeleyegeldikleri bu peygambere inanıp yardım edeceklerine dâir kuvvetli bir mîsâk almıştır. Bu hakikat âyet-i kerîmede şöyle beyân buyrulmaktadır:

“Allâh peygamberlerden; «And olsun ki size kitap ve hikmet verdim. Sonra da size o kitap ve hikmeti tasdik eden bir peygamber gelecektir. Ona kat’iyyen îman ve her durumda yardım edeceksiniz.» diye mîsâk aldı.” (Âl-i İmrân 3/81)

Peygamberler de Rableri’ne verdikleri bu söze sâdık kalarak yaşamışlar, Resûlullâh Efendimiz’e îmân etmişler, ümmetinden olabilmek için can atmışlar ve her vesîle ile Efendimiz’in geleceğini müjdelemişlerdir. Dünya üzerinde bulunan her türlü hayır, hakkâniyet, adâlet, merhamet ve güzel ahlak, hiç şüphesiz bu peygamberlerin risâletinden kaynaklanmıştır. Onlar insanlara hidâyet yollarını göstermek için gönderilmişlerdir. Eğer onlar gelmemiş olsaydı, yeryüzünün düzen ve intizamı bozulur, hayat yaşanmaz hâle gelir, anarşi kol gezer ve insanlar fitne girdaplarında helak olurlardı. Yaratılışın mantıkî zemîni olmazdı.

Sevgili Peygamberimiz son peygamberdir ve onda bütün peygamberlerin mümtâz vasıfları en mükemmel tarzda tecellî etmiştir. O, her türlü ahlâkî güzelliğin kendisinde mâkes bulduğu ve teşhîr edildiği nâzenîn ve eşsiz bir meşherdir. Yüce Rabbimiz kâinâtı onun hürmetine yaratmış ve onu insanların en kıymetlisi kılmıştır. İlâhî kudret tarafından bizlere takdim edilen güller, yapılan iltifatlar, önümüze açılan zengin ziyafet sofraları hep onun şerefinedir. Hâkânî ne güzel söyler:

Sevdi ol nûru “Habîbim” dedi Hak

Oldu dîdârına âşık-ı mutlak

            Âna teshîr olunup mülk-i şühûd

            İzz ü devletle gelip buldu vücûd

Doldu âvâze-i Ahmed’le cihân

Eyledi aşk-ı ilâhî galeyân

            Cümlenin evvelidir hatm-i rusül

            Dediler ânın için “Me’haz-i kül”2

Sevgili Peygamberimiz, içtimâî hayatın içinde yetimlik, fakirlik, çobanlık, tüccarlık, devlet reisliği gibi en alt kademeden en üst kademeye kadar toplumun bir ferdi olarak tabiî bir hayat yaşamıştır. İçtimâî hayatla ve insanlarla olan bu berâberliği, onun hayatın her safhasında hatta teferruat sayılabilecek konularda dahi nümûne-i imtisâl olmasına tabiî bir zemin hazırlamıştır. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî ciheti beşerî faâliyetleriyle örtülü olduğu için, peygamberliği sâdece mânevî hayâta rehber olma şeklinde anlayanlar, Efendimiz’in içtimâî ve siyâsî hayata her hususta müdâhil olmasını, çoğu zaman inkarlarına mesned edinmişlerdir. Hâlbuki Efendimiz, mânevî hayat kadar maddî ve içtimâî hayatta da insanlara rehberdi.

Beşeriyete gönderilen peygamberlerin meleklerden değil de insanlardan seçilmesi şüphesiz bir hikmete mebnîdir. Aksi hâlde insanlar; “Biz melek değiliz ki onun gibi olabilelim.” şeklinde bir itirazda bulunabilirlerdi. Bu bakımdan tüm beşerî mükemmelliğin tek örneği olan Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, uhdesine aldığı ve eksiksiz bir şekilde yerine getirdiği vazifesi bakımından hem manevî hayatın kılavuz ve örneği hem de mükemmel bir içtimaî hayatın ölçüsü olmuştur.

Bir Peygamber, bir mübelliğ, bir devlet başkanı, bir lider, bir kumandan, bir hâkim, bir mürebbî, bir tâcir, bir âile reisi ve bir dost olarak bütün maddî ve manevî yönleriyle insanlığa örnek davranışlar takdim eden Allah Resûlü’nün söylediği her söz ve yaptığı her davranışı, binlerce cildi bulan kaynaklarımızda, bütün incelikleriyle ve misli görülmemiş bir titizlikle tesbit edilmiştir.

Şimdi biz Müslümanlara düşen en mühim vazife, Rabbimiz’in üsve-i hasene olarak takdim ettiği Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i en güzel şekilde tanımak ve nesillere tanıtmaktır. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz’in örnek oluşunu zaman ve zemîne uygun bir şekilde gözler önüne seren eserlere zarûrî ihtiyaç vardır. Bu husustaki çalışmalar ne kadar çok yapılsa, Efendimiz bu yönüyle ne kadar çok tanıtılsa, yine de azdır.

Bizler de, hızlı bir şekilde tükenmekte olan ömür takvimimizdeki anlarımızı ve sözlerimizi, o Mübârek Varlık’tan bahisle kıymetlendirip şereflendirmek, Âlemlerin Efendisi’nin mümtâz ve mübârek hayatından insanlığa güzel örnekler takdîm edebilmek için, lâyık olmadığımız hâlde böyle bir eserin telifinde vazife deruhte etmiş bulunmaktayız.

Rabbimiz’den, bütün insanları Habîbi’nin gönül iklîminden feyiz-yâb eyleyip kalplerimizi aşkullah, muhabbetullah, marifetullah ve aşk-ı Resûlullah ile tezyîn eylemesini, bu eseri, bizim ve emeği geçen bütün gönül dostlarımız için bir sadaka-i câriye olarak kabul buyurmasını, cümlemizi Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in şefaatine mazhar kılarak cennette ona komşu olabilmenin şerefine nâil eylemesini niyâz ederiz.

Ve minellâhi’t-tevfîk!

                                                                                     Küçük Çamlıca/30. 04. 2003

                                                                                          Doç. Dr. Ömer ÇELİK

                                                                                          Dr. Mustafa ÖZTÜRK

                                                                                                 Murat KAYA

Bookmark the permalink.

Comments are closed