“İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde
«lâ ilâhe illallâh» demeyi öğretiniz!”
Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 398
Çocuğun eğitime ve öğretime açılan ilk kapısı âilesidir. Âile içinde gördüğü şeyler, onun zihninde hayat boyu canlı kalır ve şahsiyetini şekillendirir. İmam Gazâlî şöyle der:
“Çocuk, ebeveyninin yanında bir emanettir. Onun temiz kalbi, işlenmemiş bir cevherdir; kendisine verilecek herşeyi kabul edecek durumdadır. Ona doğru şeyler öğretilir ve güzel alışkanlıklar kazandırılırsa, bu duygu içinde gelişir, çocuğun ebeveyni de dünya ve ahirette mutlu olur. Ama o, başıboş bırakılır ve kötü alışkanlıklar kazandırılırsa bahtsız olur ve helâka sürüklenir. Bu kötü âkıbetin günahı da velisinin boynunda kalır.”
Peygamber Efendimiz bir âile reisi olarak evlâtlarının terbiyesine gereken önemi fazlasıyla göstermiştir. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- insanlara da, öncelikle âile fertlerinin eğitimiyle ilgilenmeleri gerektiğini söylemiş, kendisine gelen heyetlere:
“Âilenize dönün ve öğrendiklerinizi onlara anlatın” buyurmuştur. (Buhârî, Ezân, 18)
Anne baba evlâtlarının hayrı için duâ etmeyi hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Onların eğitimi duâ ile başlamalıdır. Bir âyet-i kerîmede İbrâhim -aleyhisselâm-’ın evlatları için yaptığı şu dua buna işâret etmektedir:
“Ey Rabb’imiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (el-Bakara 2/128)
Cenâb-ı Hak başka bir âyet-i kerîmede Müslümanlara şu duâyı öğretmektedir:
“Yâ Rabbî! Lûtfunla gözümüzü aydınlatacak, bizi mesrûr edecek zevceler, zürriyetler ihsan buyur ve bizi müttakîlere imam kıl!” (el-Furkân 25/74)
Çocuğa güzel bir isim koymak da onun eğitiminde önemli hususlardandır. Zira hayat boyu tekrarlanan güzel ismin çocukta bir şuur uyandırması ve o yönde karakter gelişimi göstermesi muhakkaktır. Bu sebeple “İsim müsemmâyı çeker” denilmiştir. Gerçekten de insan, zamanla isminin mânâsı yönünde bir gelişme kaydeder. Dolayısıyla çocuklarımıza, içinde Cenâb-ı Hakk’ın Esma-yı Hüsnâ’sının ve Peygamberimiz’in mübârek isimlerinin bulunduğu veya hayırlı şeyleri hatırlatan, manası güzel isimler verilmelidir. Nitekim Peygamber -aleyhisselâm-:
“Allah’ın en ziyade sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır” buyurmuştur. (Müslim, Âdâb, 2)
Hz. Ali -radıyallahu anh- diyor ki:
Ben, harbi darbı seven bir adamdım. Oğlum doğduğu zaman ona Harb ismini koymuştum. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- geldi.
“– Bana oğlumu gösteriniz! Ona ne isim koydunuz?” buyurdu.
– Harb ismini koydum, dedim.
“– Hayır! O, Hasan’dır!” buyurdu.
Hüseyin doğduğu zaman yine Harb ismini koydum. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- geldi ve:
“– Bana oğlumu gösteriniz! Ona ne isim koydunuz?” buyurdu.
– Harb ismini koydum, dedim.
“– Hayır! O, Hüseyin’dir!” buyurdu.
Üçüncü oğlum doğduğu zaman ona da Harb ismini koydum. Resûlullah Efendimiz geldi.
“– Bana oğlumu gösteriniz! Ona ne isim koydunuz?” buyurdu.
– Harb ismini koydum, dedim.
“– Hayır! O, Muhassin’dir! Ben bu torunlarıma Hârun -aleyhisselâm-’ın oğulları olan Şebber, Şübeyr ve Müşebbir’in isimlerini koydum” buyurdu.68 (İbn-i Hanbel, I, 98; Heysemî, XIII, 52)
Çocuğun manevî gelişimine tesiri olacak hususlardan biri de ona isim koymadan önce kulağına ezan okumaktır. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hz. Hasan doğduğunda onun kulağına ezan okumuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 106-107; Tirmizî, Edâhî, 16) Böylece çocuğun kulağına erişen ilk sözler tevhid ifâdeleri olmaktadır.
Hayatının ilk senelerinde, çocuğun karakter ve ahlâkı belli bir kıvama ulaşır. Dolayısıyla bu dönemde âilenin dikkatli hareket etmesi gerekir. Anne ve baba, her hareketinin, her sözünün çocuğunda büyük bir iz bıraktığını hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır. Dâima ona güzel şeyler öğretme çabası içinde olmalıdır. Çocuk konuşmaya başladığında ise yavaş yavaş lüzumlu bilgi ve duâları öğretmeye çalışmalıdır. Nitekim Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk güzel konuşmaya başladığında ona:
“«Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamdederim» de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt!” (el-İsrâ 17/111) âyetini yedi defa okutarak öğretirdi. (Abdurrezzak, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, I, 348)
Efendimiz’in sünnetine ittibâen çocuklara, öncelikle Allah hakkında, bu âyetin muhtevasına uygun bilgiler verilmelidir. Yani Allah’ın insanlar gibi olmadığı, varlıkları yaratıp yönetme husûsunda herhangi bir yardımcısı ya da ortağının düşünülemeyeceği ve insanların O’na hamdetmeleri gerektiği gibi hususlar öğretilmelidir.
Fahr-i Kâinât -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadislerinde de:
“İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde «o¬+∏dG s’pG n¬@dpG @’» demeyi öğretiniz!” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 398)
Çocuklara îtikâdî esasların tâlimi oldukça zordur. Çünkü Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, kaza ve kadere; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine îmân etmekten oluşan İslâm akâidi, gözle görülmeyen “gaybî” bir husûsiyet arzeder. Oysa çocuklar çok basit sorularla bu çetin konuların anlatılmasını isterler. Öylesine masum ama zor sorular sorarlar ki onların seviyesine inip bunları cevaplandırmak ciddi çaba gerektirir. Dolayısıyla bu mevzûların tâliminde çok dikkatli olunmalı ve işin ehli olan kimselerle irtibat kurarak hareket edilmelidir.
Çocuğa ilk olarak kelime-i tevhidi öğrettikten sonra onun taze ve berrak zihnine Allah Teâlâ’nın sevgisi yerleştirilmelidir. Allah’ın bizi sevdiği, çeşit çeşit nimetlerle rızıklandırdığı, hatalarımızı affettiği, O’nu sevenlerin daha iyi nimetlere kavuşacağı vs. anlatılmalıdır. Günümüzde yapıldığı gibi çocuklar Allah ile korkutulmamalı, “Allah çarpar”, “Allah yakar” gibi ifadelerin kullanılmasından titizlikle kaçınılmalıdır. Çünkü bu sözler, çocuğun zihninde, kullarına karşı daima kızgın bir Allah tasavvurunun yerleşmesine sebep olabilmektedir.
Allah sevgisinin ardından yavrularımıza Efendimiz’in sevgisi verilmelidir. Bunun için Sevgili Peygamberimiz’in hayatını ve ahlâkını anlatarak onu tanıtmak, hadislerini ezberletmek; öğrendikleri her bir hâdis-i şerîf karşılığında onları mükâfâtlandırmak gibi yollara baş vurulmalıdır. Sık sık Allah Resûlü’nden bahsetmemiz ve onun yavrularımıza karşı muhabbetini anlatmamız da bu hususa katkıda bulunacaktır.
Evlâtlarımızı yetiştirirken Efendimiz’in eğitimdeki öncelikleri bizim de önceliğimiz olmalıdır. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- itikadî bilgiler yanında çocukların özellikle namaz eğitimine önem verirdi. Hasan -radıyallahu anh-’a, Resûlullah’tan aklında ne kaldığı sorulduğunda, zekât hurmasını yememesi hususundaki îkâzını zikretmiş, daha sonra da:
– Ondan aklımda kalan beş vakit namazdır, demiştir. (İbn-i Hanbel, I, 200)
Yine Hz. Hasan muhterem dedesinin kendisine vitirde okuyacağı şu duayı öğrettiğini bildirmiştir:
“Allahım, sırât-ı müstakîm üzere sâbit kıldığın kimseler arasına beni de kat. Âfiyet verdiğin kimselerle birlikte bana da âfiyet ver. Korumasını üzerine aldığın kimselerle beraber benim korunmamı da üzerine al. Bana verdiklerinde benim için bereket ihsan buyur. Hükmettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz Sen hükmedersin, Sana hükmolunmaz. Gerçek şu ki Sen’in yardım ettiğin kimse zelil olmaz. Sen’in bereket ve ihsanın ezelî ve ebedî olarak çoktur, şânın yücedir!” (Tirmizî, Vitir, 10)
Allah Resûlü namaz kılarken hata yapan çocukların hatalarını yumuşak bir dille düzeltirdi. (Tirmizî, Cuma, 60)
Peygamber Efendimiz, çocuk on yaşına geldiğinde namaz mevzuunun biraz daha sıkı tutulmasını ve bu dönemde çocukların yataklarının ayrılmasını emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Salât, 26) Dolayısıyla on yaş namaza kesin olarak başlama yaşı olduğu gibi aynı zamanda çocukların yataklarını ayırma yaşıdır. Çocukların hepsi kız veya hepsi erkek de olsa o yaşta uyudukları yatakların ayrılması gerekmektedir. Erkek ve kız çocukları ayrı odalarda yatırılmalıdır. Bülûğ çağının gerektirdiği bilgileri de uygun bir lisanla bu yaşta vermek lâzımdır.
Küçük yaşlarda Kur’ân eğitimi de ihmal edilmemelidir. Çocuğun kulakları Kur’ân sesine, kalbi Kur’ân’ın dünyasına âşina olmalıdır. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler” buyurmuştur. (Ali el-Müttakî, I, 532)
Ayrıca çocuğa dinini, ilmihâlini öğrettikten sonra hayatta lâzım olacak bilgi ve meslekleri de öğretmek lâzımdır. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Râfi şöyle der:
Peygamber Efendimiz’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bizim çocukların üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır? diye sordum.
Şöyle buyurdu:
“– Çocuğun baba üzerindeki hakkı ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve kendisine helâlden başka rızık yedirmemesidir.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, VI, 401; Ali el-Müttakî, XVI, 443)
Bu konudaki diğer hâdis-i şerîfler ise şöyledir:
“Çocuğun baba üzerindeki hakkı ona güzel bir isim koyması, bülûğa erince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı öğretmesidir.” (Ali el-Müttakî, XVI, 417)
“… Hayatta ona saygın bir yer kazandırması ve ona güzel bir terbiye vermesidir.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, VI, 401-402)
“Erkek çocuklarınıza yüzmeyi ve ok atmayı, kız çocuklarınıza da ip eğirmeyi öğretiniz.” (Suyûtî, II, 52)
Bir başka hâdis-i şerîflerinde, çocukların edep ve terbiyesini îcâbınca yapmayan ana-babanın kıyâmet gününde hesâba çekileceğini bildiren Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Kıyâmet gününde kul getirilir ve Allah Teâlâ ona sorar:
– Ey kulum! Sana göz, kulak, mal ve evlât vermedim mi? Sana eş vermedim mi? Arazi ve hayvanları senin hizmetine vermedim mi?
Kul:
– Evet, verdin, der.
Allah Teâlâ:
– Bugün Ben’imle karşılaşacağını hiç aklından geçirmedin mi? der.
Bu suale kul:
– Hayır, cevabını verir.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
«– İşte senin Ben’i unuttuğun gibi bugün Ben de seni unutuyorum» buyurur.” (Müslim, Zühd, 16; Tirmizî, Kıyâmet, 6; İbn-i Hanbel, II, 492)
Öte yandan babanın evlâdına bırakabileceği en faydalı mîrasın, dînî ve ahlâkî bir terbiye olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu vazîfe diğerlerine göre daha önemlidir.
Allah Resûlü:
“Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir şey veremez” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 33)
Ahlâk konusunda verilecek karakter şekillendirmesinin çok erken yaşlarda başlamasına ehemmiyet veren Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bir başka hadislerinde ise şöyle buyurmuştur:
“Kişinin çocuğuna bir edep öğretmesi, bir sa‘69miktarı tasaddukta bulunmasından daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Birr, 33)
Çünkü âhiret için hazırlanacak en güzel azık güzel ahlaktır.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- evlatlarını ciddî bir şekilde takip eder ve onların terbiyesi konusunda titiz davranırdı. Kızlarını güzel bir şekilde terbiye edip evlendirdikten sonra bile takip etmiş, zaman zaman îkâz ve tavsiyelerde bulunmuş, âile huzuru için yapmaları gerekenleri telkin etmekten geri durmamıştır. Bir defasında o, kızı Rukiye’nin yanına varmıştı. Rukiye, kocası Hz. Osman’ın başını yıkıyordu. Allah Resûlü:
“– Kızcağızım! Osman’a iyi davran, güzel muâmele et! Çünkü o sahâbîlerim arasında ahlâken bana en çok benzeyendir” buyurdu. (Heysemî, IX, 81)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hayatın her safhasında torunlarının eğitimiyle yakinen meşgul olduğunu görmekteyiz. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz ve âilesine zekât malı yemek haramdı. Bu konuda torunu Hasan’la aralarında geçen bir muhavere şöyledir:
Peygamber -aleyhisselâm-, birgün Hz. Hasan’ın Beytülmâl’e ait zekât hurmasından bir tane ağzına aldığını gördü. Hemen onu ağzından çıkarttırdı ve:
“– Muhammed âilesinin zekat yemediğini bilmiyor musun?” buyurdu. (Bûhârî, Zekât, 57)
Hz. Hasan bu hatırasını şöyle anlatır:
Zekât hurmasından bir tane alıp ağzımda çiğnerken, Resûlullah -aleyhisselâm- hemen onu ağzımdan çıkardı ve hurma kümesinin içine attı.
– Yâ Resûlallah! Şu yavrucuğun aldığı bir tek hurmadan, sana ne sorumluluk olacak ki, denildi.
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Biz Muhammed âilesiyiz! Bize zekât helâl değildir!” buyurdu. (İbn-i Hanbel, I, 200)
Resûlullah Efendimiz’in sevgili torununa “yeme onu!” demekle kalmayarak hurmayı eliyle alıp atması ve ardından sebebini îzâh etmesi, terbiyenin bir başka önemli yönüdür. Zira çocuk bir şeyin kendisine neden yasaklandığını merak eder. Yasağın sebebi kendisine anlatılınca tatmin olur. Bu tür hususlarda çocuğa büyük muâmelesi yapmak gerekir. Böyle yapıldığında şahsiyet gelişimi daha sağlıklı olur. Diğer bir önemli nokta da, “Canım, bu daha çocuktur, büyüyünce öğrenir” gibi bir tavır içinde olmamaktır. Hatanın görüldüğü yerde, uygun bir şekilde hemen düzeltilmesi gerekir. Meselâ Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, maiyetinde yetişen üvey oğlu Ömer bin Ebî Seleme’nin, yemek yerken elini tabağın her tarafına götürdüğünü gördüğünde, tatlı bir dille:
“Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve hep önünden ye!” diye îkâz etmiştir. (Buhârî, Et’ime, 2)
Bu hadîs-i şerîfin bazı rivayetlerinde Efendimiz’in:
“Sofraya yaklaş, yavrucuğum!” diye söze başlaması, eğitimdeki şefkât ve merhamet üslûbunun ne güzel bir tezâhürüdür. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 519)
Yavrularımızın büyüdüklerinde düzenli bir ev hayatına alışabilmeleri, çocukluklarında onlara bu konuda verilecek terbiye ile yakından alâkalıdır. Evlerine bağlı olmaları, eve geliş gidiş zamanlarına riayet etmeleri, yemeği evde ve aileleriyle birlikte yemeleri onlara öğretilmelidir. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- çocukların eve giriş çıkışlarıyla alâkadar olmuş, evlâtlarını bu hususlarda da terbiye etmiştir. Meselâ onların öğle sıcağından önce eve dönmelerini arzu ederdi. Fâtıma -radıyallahu anhâ-’nın rivâyetine göre birgün Resûl-i Ekrem Efendimiz yanına gelmiş ve:
“– Oğullarım nerede?” diye sormuştu.
O da:
– Ali onları götürdü, dedi.
Efendimiz dışarı çıktı ve onları Meşrübe denilen yerde oynarken buldu. Önlerinde de biraz hurma vardı.
Allah Resûlü:
“– Ey Ali! Oğullarımı sıcak iyice bastırmadan önce eve götürmeyecek misin?” buyurdu. (Hakim, III, 181)
Aynı şekilde çocukların güneş batımından, akşamın alaca karanlığı kayboluncaya kadar evden ayrılmalarını da istemezdi. (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; Müslim, Eşribe, 96)
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in terbiyesinde yetişen çocuklar büyük bir edep, terbiye ve ahlâk timsâli olmuşlar, hayatları boyunca hep güzellikler sergilemişlerdir. Hz. Hasan’ın halifelik meselesindeki birleştirici davranışı, Hz. Hüseyin’in hak uğruna şehid olması ve bu esnâda gösterdiği âlicenaplıklar, Hz. Fâtıma’nın âhirette de devâm edecek olan mahviyet, iffet ve hayası, ulaşılması çok zor olan ahlâkî kemâl zirveleridir.
Bu hususta Hz. Fâtıma ile ilgili bir misal vermekle iktifâ edelim:
Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ölüm hastalığındayken Esmâ bint-i Umeys’e:
– Ey Esmâ! Doğrusu ben kadınlara, definleri esnâsında yapılanları beğenmiyorum. Kadının üzerine bir bez atıyorlar, bu da onun vücut hatlarını belli ediyor, demişti.
Esmâ:
– Ey Resûlullah’ın kızı! Sana Habeşistan’da gördüğüm bir şeyi anlatayım mı, dedi ve taze hurma dalları istedi. Onları yay gibi eğdi ve üzerlerine bir bez parçası attı. (Bir nevi kapalı bir tabut yaptı.) Bunu gören Hz. Fâtıma memnuniyetini ifade ederek kendisine öyle yapılmasını vasiyet etti. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, VII, 226)
Hâsılı bir anne ve babanın evlâtlarını nasıl terbiye edeceği, ona neler öğreteceği gibi hususlar, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı bir âile reisi olarak incelendiğinde kendiliğinden ortaya çıkacaktır.