A. SABIR ve TAHAMMÜL SAFHASI

Peygamberimiz, Yüce Allah’ın:

 “Şimdi sen, emrolunduğun şeyi apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme!” (el-Hicr 15/94) buyruğuna uyarak vazifesini açıkça yerine getirmeye; gece gündüz, gizli açık halkı tevhid akidesine dâvet etmeye koyulmuştur. Bu husûsta hiçbir engel tanımamış ve hiçbir mazeret üretmemiştir. (İbn-i Hişâm, I, 275-276; İbn-i Sa’d, I, 119)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, işkencelere dayanamayarak kendisine müracaat edip zulmedenlerle savaşmak isteyenlere, henüz savaşa izin verilmediğini bildirerek sabır tavsiye etmiştir. Peygamberimiz ve ashâbının Mekke döneminde karşılaştıkları sıkıntı ve eziyetlerin dikkat çekici olanlarından bazıları şöyledir:

Hac mevsimi yaklaştığında Efendimiz’in insanlara Allah’ın dinini anlatacağını düşünen müşrikler buna engel olmanın yollarını aradılar. Allah Resûlü’ne atacakları iftiraları kararlaştırmak için Dârü’n-Nedve’de toplandılar. Peygamber Efendimiz’e kâhin, mecnûn, şâir ve sihirbaz denmesi için teklifler geldi.

Kendisine danıştıkları Velid bin Muğîre bunların hiçbirini kabul etmeyerek:

– Bence yine onun hakkında “Sihirbaz” demeniz her halde akla en yakın olanıdır. Çünkü, onun getirdiği söz bir sihir gibidir. İnsanın babasıyla, kardeşiyle, zevcesiyle ve kabilesiyle arasını açıyor, dedi.

Bunun üzerine Kureyş müşrikleri, Mekke’de ilanlarla başlarına topladıkları halka Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sihirbaz olduğunu anlatmaya çalıştılar. Hac mevsiminde, halkın gelip geçeceği yollara durdular. Rastladıkları herkese Peygamberimiz’le kesinlikle görüşmemesini ısrarla tenbih ettiler. (İbn-i Hişam, I, 283-285)

Peygamberimiz’in evi ona en çok düşmanlık edenlerden Ebû Leheb ile Ukbe bin Ebi Muayt’ın evleri arasında idi. Bunlar hayvan işkembesini getirip Peygamberimiz’in kapısının önüne atarlardı. Efendimiz bunların yaptıklarına üzülür:

“– Ey Abdi Menaf oğulları! Bu ne biçim komşuluk?!” diye sitem ederek atılan şeyleri kapısının önünden yayı ile ilerilere doğru iterdi.

Ebû Leheb, yaptığı bu kötülükle de kalmaz, kendi evinden ve komşusu Adiy bin Hamrau’s-Sakafî’nin evinden Allah Resûlü’ne taş atar dururdu. (İbn-i Sa’d, I, 201; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 70)

Yine Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemil de Peygamberimiz’e düşmanlıkta aşırı gider, küfründe, inkârında ve inadında kocasına yardımcı olurdu. Ümmü Cemil her gece dikenli ağaç dallarını toplayıp büyük demet yapar, boynuna bağlar, geceleyin ayağına batsın diye Efendimiz’in geçeceği yollara saçardı. Yüce Allah, Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil hakkında Tebbet sûresini indirdi. Bunu duyan Ümmü Cemil Peygamberimiz’in Hz. Ebû Bekir ile birlikte Ka’be’de oturduğunu öğrenip oraya vardı. Elinde bir taş bulunuyordu.

Hz. Ebû Bekir onu görünce Efendimiz’e:

– Yâ Resûlallâh! Ümmü Cemil kötü bir kadındır. Sana doğru geliyor. Onun seni görmesinden korkuyorum. Keşke bu kadın sana bir zarar vermeden kalkıp gitmiş olsaydın, dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“– O beni göremez!” buyurdu. Gerçekten de Ümmü Cemil Efendimiz’i göremedi! (İbn-i Hişâm, I, 378-379)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den hoşlanmayan Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz’in “Övülmüş” mânâsına gelen Muhammed ismini zıddına çevirerek, -hâşa- “Müzemmem: yerilmiş” derler, ona bu şekilde hakaret etmek isterlerdi. (İbn-i Hanbel, II, 244; İbn-i Hişâm, I, 379)

Allah Resûlü, kavminin bu nevi kötü tutum ve davranışlarıyla karşılaşarak üzüntüler içinde evine döndükçe, Yüce Allah onun üzüntüsünü Hz. Hatice’nin tesellî ve teşvik edici sözleriyle hafifletmiş, ilâhî nusretiyle vazifesini kolaylaştırmıştır. (İbn-i Hişam, I, 259)

Peygamber Efendimiz ile birlikte diğer Müslümanlar da sıkıntılara katlanmak ve sabretmek durumunda idiler. Müşrikler onları yakalıyorlar, çıplak vücutlarına demir gömlekler giydiriyorlar, kızgın güneşin altına yatırıp vücutlarının yağlarını eritiyorlardı. Yaptıkları dayanılmaz işkencelerle onlara istediklerini söyletmeye çalışıyorlardı.

Kureyşîlerden her kabile, içlerinden Müslümanlığı kabul edenleri hapsetmek, dövmek, aç ve susuz bırakmak, Mekke’nin en sıcak saatlerinde güneş altında tutmak gibi türlü işkencelerle yıldırıp dinlerinden döndürmeye kalkıştılar. Kimisi karşılaştığı ağır işkencelere dayanamayıp dininden dönüyor; kimisi de direniyor, Allah da onu dininden dönmekten koruyordu. Ammar bin Yâsir’in babası, annesi ve kardeşi gibi dinlerinden dönmeyip işkenceler altında can verenler de vardı.

Kureyş müşrikleri, adamına ve yerine göre, her türlü hakaret ve işkenceyi yapıyorlardı. Ebû Cehil zengin ve güçlü bir kimsenin Müslüman olduğunu işitince varıp ona hakâret ediyor:

– Sen babanın dinini bıraktın ha! Halbuki, o senden daha hayırlı idi. Demek sen onun fikrini hiçe saydın, şerefini düşürdün, öyle mi? Andolsun ki biz de senin görüşüne değer vermeyeceğiz ve onun yanlışlığını ortaya koyacağız. Îtibârını yok edeceğiz, diyerek tehditlerde bulunuyordu.

Eğer İslâm’ı kabul eden kimse ticaretle uğraşan biri ise ona:

– Vallâhi senin ticaretini kesâda uğratacağız, servetini batıracağız, diyordu.

Müslüman olan zayıf ve fakir bir kimse ise onu döver, aldatıcı sözlerle kandırmaya ve Müslümanlıktan döndürmeye çalışırdı.

Bir defâsında Abdullah bin Abbas’a:

– Resûlullah’ın ashâbı, dinlerini bırakmakta mazur sayılacak kadar işkence görürler miydi, diye sorulmuştu. O şu cevabı vermişti:

– Evet. Vallâhi müşrikler onlardan yakaladıkları birisini o kadar döver, o kadar aç ve susuz bırakarak işkence ederlerdi ki, dayağın şiddetinden oturamaz hâle gelir, dininden döndürmek için söylemesini istedikleri herşeyi söylerdi. Ayılıp aklı başına geldiği zaman ise tevhide dönerdi. İşte:

“Kalbi îmân ile mutmain olduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlanan kimse müstesnâ, her kim îmândan sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır” (en-Nahl 16/106) âyetindeki istisnâ, böyleleri hakkındadır.  (İbn-i Hanbel, I, 404; İbn-i Hişâm, I, 339-343; İbn-i Sa’d, III, 233)

Müslümanlar, Mekke’deki işkenceler dayanılmaz hâle gelince durumlarını Resûlullâh Efendimiz’e arzettiler ve bir kurtuluş yolu talebinde bulundular. Peygamberimiz’den hicret için izin istediler. Efendimiz de onlara Medine’yi gösterdi. Onlar da birer ikişer yola koyuldular. (İbn-i Sa’d, I, 226)

Bahsedilen bu işkence, çile ve ızdırapları Resûlullâh -sallallâhü aleyhi ve -sellem- ashâbıyla birlikte sabır ve tahammülle göğüslemiş, kılıçla bir mücadeleye girmeden tebliğ ve dâvete devam etmiş ve İslâm’ı yaşamıştır.

Bookmark the permalink.

Comments are closed