Allah Teâlâ, insanları farklı mizaç, istidât ve kabiliyetlerde yaratmıştır. Herkes kendi mizacına göre hareket eder ve iş yapar. Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:
“(Ey Resûlüm!) De ki: Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre amel eder. Fakat Rabbin kimin daha doğru bir yolda olduğunu en iyi bilendir.” (el-İsrâ 17/84)
Âyette mizaç ve meşreb diye tercüme edilen “şâkile” kelimesi; tabiat, âdet, din, ahlak, niyet, yaratılış gibi farklı fakat birbirine yakın mânalar ihtiva etmektedir. Yani her bir insan, kendi tabiat, ahlak, mizaç ve durumuna göre hareket eder; kendi hissiyatına göre iş yapar.
Diğer bir âyet-i kerîmede insanların muhtelif istidatlarda yaratıldığı, bunun hikmetinin ise ictimaî hayatta dengenin sağlanması olduğu şöyle beyan buyrulmaktadır:
“…Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık; bir kısmı diğer bir kısmını memur edinerek yanında çalıştırsın diye, bir kısmını diğerine göre derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti ise onların biriktirmekte oldukları şeylerden daha hayırlıdır.” (ez-Zuhruf 43/32)
Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Siz insanları mâdenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dinî hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar…” (Buhârî, Menâkıb, 1; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 199)
Âyet-i kerîmelerin işâret ettiği ve Resûlullâh Efendimiz’in buyurduğu üzere insanlar madenler gibidir. Kimi altın değerinde, kimi gümüş değerinde, kimi bakır kimi de kömür değerindedir. Buna göre onların kabiliyet, maharet ve istidatları da farklıdır. Birinde bulunan meziyet diğerinde olmayabilir. Hangi insanda hangi kabiliyetlerin bulunduğunu keşfetmek ve bunları usûlüne uygun olarak terakki ettirmek kolay bir mesele değildir. Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu hususu başarmada da zirve noktadadır. Efendimiz, basîret ve firâsetiyle muhataplarının sırlı dünyalarını görebiliyor; o derinliklerde hangi incilerin, hangi cevherlerin saklandığını, bunların gün yüzüne nasıl çıkarılacağını çok iyi biliyordu.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in, Hz. Osman ile Hz. Ali’nin, Hz. Bilal ile Hz. Mus’ab’ın karakterleri ve kabiliyetleri aynı değildi. Fakat her biri kendi istidadınca yıldız olabilecek bir mükemmeliyet arzetmekteydi. Her biri, Allah Resûlü’nün mübarek ellerinden tutarak kademe kademe fazilet merdivenlerini tırmandılar, zirvelere yükseldiler. Hz. Ebû Bekir teslimiyetin, muhabbetin, Allah yolunda maldan candan geçmenin, Hz. Ömer adaletin ve celâdetin, Hz. Osman hayâ ve mülâyemetin, Hz. Ali ilmin ve kahramanlığın timsâli oldu. Hz. Bilâl kıyâmete kadar gelecek müezzinlerin efendisi ünvanını alırken Mus’ab bin Umeyr de Kur’ân muallimi olarak Medine’yi ihyâ etti.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, kendisine inanan ve gönülden bağlanan her bir sahabisiyle husûsi alakadâr oldu, kâbiliyetlerini keşfedip geliştirdi; terbiye edip yetiştirdi. Konumuzla ilgili şu rivayet oldukça mânidârdır:
Abdülkays heyeti Medine’ye gelmişlerdi. Heyetin başkanı Abdullah bin Avf, Peygamberimiz’e gitmeden önce yol elbiselerini çıkardı, güzel ve temiz bir elbise giydi. Diğerleri ise yol elbiselerini çıkarmamışlardı. Peygamber Efendimiz’in yanına vardılar. Allah Resûlü onlara hoş geldiniz deyip duâ ettikten sonra:
“– Abdullah el-Eşec hanginizdir?” diye sordu.
Abdullah bin Avf:
– Yâ Resûlallâh, benim, dedi.
Abdullah görünüm itibariyle çirkin bir kimseydi. Allah Resûlü kendisine bakınca o:
– Yâ Resûlallâh, insanın derisinden tulum yapılıp ondan su içilmez ki! Kişinin sadece iki küçük şeyine değer verilir: Dili ve kalbi! dedi.
Bunun üzerine Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Abdullah! Sende Allah’ın sevdiği iki haslet var” buyurdu.
Abdullah bunların ne olduğunu sorunca da:
“– Hilim ve teenni” buyurdu.
Abdullah:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bu hasletler bende sonradan mı oldu yaksa ben böyle mi yaratıldım, diye sordu.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Sen böyle bir ahlak üzere yaratıldın!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, I, 314; V, 557-560)
Gençlerin kabiliyetlerini gerektiği gibi kullanabilmeleri için onlara imkân tanımalı, önleri açılmalıdır. Bu hususla ilgili bir rivayet İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-’den şöyle nakledilir:
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bir seferde idik. Ben babam Ömer’e âit olan genç bir devenin üstündeydim. Onu zaptedemiyor kavmin önüne geçip duruyordum. Babam bu duruma üzülerek geliyor deveyi geriye alıyor ve:
– Ona sâhip ol! Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in önüne geçmesin, diyordu.
Bunun üzerine Peygamber -aleyhisselâm-:
“– Onu bana satar mısın ey Ömer!” buyurdu.
Babam:
– Deve sizindir yâ Resûlallah! diyerek deveyi ona sattı.
Bundan sonra Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana şöyle buyurdu:
“– O senindir ey Abdullah! Onu istediğin gibi kullan.” (Bûhârî, Buyû, 47; Hibe, 25/2)
Âlemlerin Efendisi bu güzel hareketiyle gençlerin baskı altında tutulmaması, onların kâbiliyetlerini geliştirmek için meşru çerçevede serbest bırakılması gerektiğini göstermiştir.
Ukbe bin Âmir -radıyallâhu anh- anlatıyor:
İki kişi gelip davalarını Peygamberimiz’e arzettiler.
Efendimiz bana:
“– Kalk ey Ukbe! İkisi arasında hüküm ver!” buyurdu.
Ben:
– Yâ Resûlallâh! Siz buna benden daha layıksınız, dedim.
Allah Resûlü:
“– Öyle olsa da ikisi arasında sen hüküm ver. Bütün çabanı sarfederek doğru karar verdiğinde on sevap, bütün çabanı sarfederek karar verip yanıldığında ise bir sevap vardır” buyurdu. (İbn-i Hanbel, IV, 205)
Hâsılı ictimâî hayatın pek çok vechesi bulunmakta ve onun devamını sağlamak maksadıyla yine pek çok vazifenin uygun bir şekilde icra edilmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleşmesi için bilhassa güvenilir, liyâkatli, mahâretli ve yetişmiş insana ihtiyaç vardır. Dolayısıyla eğitim sistemleri, söz konusu insanları yetiştirecek tarzda düzenlenmelidir. Ayrıca istidatlar küçük yaşlarda tesbit edilmeli, insanımız bu neticelere göre muhtelif mesleklere yönlendirilmelidir.
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in titizlikle tatbik ettiği kabiliyetleri keşfedip geliştirme kâidesi, terbiye ve tezkiye faaliyetlerimizin temel esaslarından birini oluşturmalıdır. Kaliteli insan yetiştirmek ve özellikle de insan israfını önlemek için buna zaruri ihtiyaç vardır.