2. Kalbi Mânevî Güzelliklerle Tezyin Etmek

“Allah Teâlâ, bol yağmurla toprağa hayat verdiği

 gibi hikmet nuruyla da kalplere hayat bahşeder.”

Heysemî, I, 125

Gönül dünyamızı manevî hastalıklardan koruma gayreti, kalp eğitimi süreci boyunca kesilmemesi gereken bir durum olmakla birlikte yeterli bir faaliyet değildir. Zira eğitim, hedeften uzaklaşmaya engel olmanın yanında, aynı zamanda kemâle doğru ilerleyerek gayeye yaklaşma veya ulaşma ameliyesidir. Bu sebeple kalp eğitiminde, asıl maksada ulaştıracak manevî güzelliklerin de devreye girmesi gereklidir. Söz konusu güzelliklerin elde edilmesi ise belli vasıtalarla gerçekleşecektir. Bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

 

“Ey insanlar! Muhakkak ki size Rabbinizden bir nasihat, gönüllerde olan (hastalıklar)a bir şifâ, mü’minler için bir hidayet ve bir rahmet (Kur’ân) gelmiştir.” (Yûnus 10/57)

Kur’ân-ı Kerîm’in bizler için “şifâ“ oluşu başka bir çok âyette de zikredilmektedır. (el-İsrâ 17/82; Fussilet 41/44) Dolayısıyla bir anlamda kalbi, menfi hasletlerden arındırmanın yanında, onu güzelliklerle tezyin etmenin en güvenilir kaynağı Allah’ın Kelâmı’dır.

Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm’i bize beyan eden Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, uyulması gereken muhtevada kendi sünnetinin de var olduğunu, kalp eğitiminde Kur’ân ve Sünnet’e tabi olmaktan taviz verilmemesi gerektiğini şöyle beyan buyurmaktadır:

“Meşrûiyetin kaynağı ikidir. Bunlar Kitab ve Sünnet’tir. Sözlerin en güzeli Allah’ın kelâmı, yolların en doğrusu Resûlü’nün yoludur. Dinde uydurulan şeylerden sakının! Çünkü işlerin en kötüsü bid’atlerdir. Sonradan uydurulan her şey bid’attır. Her bid’at de sapıklık sebebidir. Dikkat ediniz! Emel ve arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın! Aksi takdirde kalpleriniz katılaşır…” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Kalbin gerek katılaşmasının gerekse inkar, nifak, gaflet, kibir, kin ve haset gibi hastalıklara düçar olmasının önemli sebeplerinden biri, sıhhatli bilgiden mahrum kalmaktır. Ancak unutmamak lazımdır ki dinimize göre bilgi, kuru bir ilim demek değildir. Aksine kişiyi değiştiren ve geliştiren bir olgudur. Nitekim Allah Teâlâ bilgileri kendilerine fayda vermeyen kimseleri, kitap taşıyan merkeplere benzetmektedir. (el-Cüm´a 62/5) Kur’ân ve sünnetin ilim bakımından şifâ oluşu, bilginin gereğinin yerine getirilmesiyle gerçekleşecektir. Yani gönül kapısının ilâhî bilgiye doğru açılması ve bu bilginin sâlih amele dönüşmesi sayesinde kalbî hayatımız, bir taraftan manevî hastalıklardan kurtulacak, diğer yandan güzel hasletlerin tezyini ile kemal bulacaktır. Bu niteliğe sahip olan bir insan kalbinin, Allah Teâlâ tarafından yegane değer verilen, meleklerce ilham edilen, yerdekilere ve göktekilere sevdirilen bir konuma geleceği muhakkaktır.

Ancak şu husus da akla gelmektedir ki pek çok kimsenin, zaman, zemin ve imkân bakımından Kur’ân-ı Kerîm’i ve Sünnet-i Seniyye’yi gereği gibi anlayıp tatbikine yönelik bilgilenme fırsatı olmamaktadır. Kanaatimizce böyleleri için en güzel çözüm, sâlih ve sâdık kimselerle beraber olmak ve ilâhî ahkâmı bilen ve yaşayan âlimlerin irşâdına teslîm olmaktır. Zira peygamberlik müessesesinin tamamlanmasından sonra ilâhî mesajı insanlara öğretme ve onları tezkiye etme vazifesi peygamberlere vâris olan âlimlere verilmiştir. Nitekim bir hâdis-i şerîfte “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyrulmuştur. (Ebû Dâvûd, İlm, 1; Tirmizî, İlm, 19) Rasûlullâh -sallallâhü aleyhi ve sellem-’in bize bildirdiği, Hz. Lokman -aleyhisselam’ın- oğluna yönelik şu tavsiyesi de konumuza ışık tutar mahiyettedir:

“Yavrucuğum! Âlim kimselerle beraber ol ve onlardan ayrılmamaya çalış. Hikmet ehlinin sözlerini dinle! Zira Allah Teâlâ, bol yağmurla toprağa hayat verdiği gibi hikmet nuruyla da kalplere hayat bahşeder.” (Heysemî, I, 125)

Bu gerçeklere işâret ettikten sonra kalp eğitimi bakımından Kur’ân ve Sünnet’in bilhassa üzerinde durduğu iç dünyamızı tezyin edecek belli başlı güzelliklerden bahsetmeye başlayabiliriz.

Bookmark the permalink.

Comments are closed