Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, okuma ve yazmanın yaygın olmadığı bir cemiyet içinde zuhûr etmiş ümmî bir peygamberdi. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle daha önce ne bir kitap okumuş ne de herhangi bir yazı yazmıştı. (el-Ankebût 29/48) Fakat nübüvvet vazifesi başlayıp “Rabbının adıyla oku!” (el-Alak 96/1), “O (Allah) kalemle öğretendir” (el-Alak 96/4), “Nun; kalem ve onunla yazılanlara andolsun” (el-Kalem, 68/1) âyetleriyle ilmin önemine ve yazı ile kaydedilmesine dikkat çekildikten sonra İslâm ümmeti içinde son derece hızlı bir okuma yazma seferberliği başlamıştır.
Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz, ilk olarak, inen Kur’ân-ı Kerîm vahiylerini yazdırmıştır. Peygamberimiz için yazı, başka hiçbir hizmet görmese bile, sırf Kur’ân-ı Kerîm’in hıfzı ve yayılması için zaruri derecede lüzumlu idi. Bu sebeple Allah Resûlü, yazının ümmet çapında yayılması için zaman kaybetmeden gerekli bütün tedbirleri almıştı. Nitekim vahiy kâtibi olarak vazife yapan ve isimleri bilinen zevâtın sayısı kırkı aşmaktadır.
Efendimiz yazıyı birçok alanda kullanmıştır. Onun hayatında siyasî yazışmalar büyük bir yer tutmaktadır. Muhammed Hamîdullah’ın el-Vesâiku’s-Siyâsiyye isimli eserinde, Efendimiz’den gelen yazılı vesikalar üçyüze yaklaşmaktadır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, tâlim, terbiye ve tezkiye faaliyetlerinde de yazıdan istifade etmiştir. Kur’ân’la karışma tehlikesi olduğu ve bu sebeple yasaklandığı dönemi istisna edersek, hadislerin yazılması da Allah Resûlü tarafından teşvik edilmiştir. Abdullah bin Amr bin el-As -radıyallâhu anhumâ- anlatıyor:
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den duyduğum her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş beni bundan men etti ve:
– Allah Resûlü hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşurken sen ondan işittiğin her şeyi yazıyor musun? dediler.
Bunun üzerine yazmayı bıraktım. Bilâhare durumu Peygamberimiz’e arzettiğim de, eliyle mübârek ağızlarını işaret ederek şöyle buyurdular:
“– Yaz, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” (Ebû Dâvûd, İlim, 3)
Ensar’dan bir adam Resûlullah Efendimiz’in yanına oturup kendisinden hadis dinliyor, bundan hoşlanıyor, fakat belleyemiyordu. Bu durumu Peygamberimiz’e şikayet etti. Efendimiz de eliyle yazıya işaret ederek:
“– Sağ elinden yardım iste!” buyurdu. (Tirmizi, İlim, 12)
Mevzuyla ilgili Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir diğer hâdise de şöyle cereyan etmiştir:
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke’yi fethedince insanların arasında ayağa kalktı. Allah Teâlâ’ya hamd ü senâdan sonra şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Allah Fil ordusunu Mekke’ye girmekten alıkoymuş, Resûlü’nü ve mü’minleri ise buna muzaffer kılmıştır. Mekke benden sonra hiç kimseye helal değildir. Mekke’nin avı ürkütülmez, dikeni kesilmez, bulan kimsenin, sâhibini araması için alması hariç, kaybolan eşyası helal olmaz. Bir kimsenin yakını öldürülürse iki şeyden hangisi hayırlı ise onu isteyebilir: Ya diyet ya da kısas.”
Bunun üzerine Hz. Abbas:
– İzhir (otunun koparılması) müstesnâ olsun. Çünkü kabirlerimiz ve evlerimizde onu kullanıyoruz, dedi.
Peygamberimiz:
“– İzhir müstesna” buyurdu.
Ardından Yemenli olan Ebû Şâh ayağa kalktı ve:
– Bunu bana yazar mısınız ey Allah’ın Resûlü, dedi.
Peygamber Efendimiz de, sözlerinin Ebâ Şâh için yazılmasını emir buyurdu. (Buhârî, Lukata, 7)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, misallerde görüldüğü gibi yazıya ehemmiyet vermiş, cemiyette yayılması için teşvik ve terğîb edici tedbirler almıştır. Kur’ân-ı Kerîm başından sonuna kadar onlarca vahiy kâtibi tarafından dikkatlice ve kontrollü bir şekilde yazılıp muhafaza edilmiştir. Hadislerin bir kısmı da bu şekilde bazı sahabiler tarafından Peygamber Efendimiz zamanında yazıya geçirilmiştir.
Peygamber Efendimiz, civar bölgelere ve devlet reislerine mektuplar yazmıştı. Bunların bir kısmıyla onları İslâm’a davet etmiş, bir kısmıyla da oralarda bulunan müslümanlara dinin hükümlerini öğretmeyi hedeflemiştir.
Sahabe-i kiram ve tâbiîn de İslâm’ın tebliğ ve tâliminde Fahr-i Kâinât Efendimiz’in mübârek yolundan yürümüşler, gerek hadis yazımında gerekse husûsî mektuplarla irşatlarına devam etmişlerdir.42 [1]
Hatta İslâm’ı tebliğ konusunda mektup, her devirde önemli bir vâsıta olmuştur. İmam-ı Rabbanî, Hâlid-i Bağdâdî, Muhammed Es’ad Efendi gibi büyüklerin Mektûbât isimli eserleri de İslâm’ı tebliğ ve tâlim maksadıyla yazılan mektupların bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bununla birlikte Müslümanlar, değişen dünya şartları içinde ortaya çıkan yeni vâsıtaları da bu maksat istikametinde kullanmalıdırlar.
[1] Tâbiînin önde gelen şahsiyetlerinden Hasan-ı Basrî hazretlerinin, devrin halifesi Ömer bin Abdülaziz’e yazdığı mektup şöyledir:
“Bilesin ki tefekkür, insanı iyiliğe ve iyilikle iş yapmaya, kötülükten pişmanlık duyup ondan vazgeçmeye çağırır. Gelip geçici olan şeyler, ne kadar çok da olsa Bâkî olana denk olamaz. Süslü hilelerle insanlara tuzak kuran ve cazibesiyle aldatarak tûl-i emel hastalığına müptela kılıp katleden, bakanlara süslü gelin gibi şirin görünen, insanların gönüllerini çelen, kalplerini hoplatan, akıllarını karıştıran dünyaya aldanma! Dünyaya aldanma; çünkü dünyanın ümidleri yalancı, emelleri boştur. Dünya hayatı güç ve kederle doludur. Dünyanın nimeti geçici, sıkıntısı devamlı, musibetleri acıdır. Dünyanın Hak nezdindeki değeri de sivrisineğin kanadı kadar bile değildir. Bu yüzden Allah Teâlâ onun sevgisini, nebîlerinin, velîlerinin ve sevdiklerinin kalplerinden çıkarmıştır. Dünyaya aldanan kimse, dünya nimetini kendisine bir ikrâm-ı ilâhî sanıp Allah Rasûlü’nün dünya nimetlerine karşı haddinden fazla önem vermediğini unutur. Aziz ve Celil olan Allah seninle olduktan sonra kimden korkuyorsun? Ölümü unutma, kıyameti kapıda bil!” (Ebû Nuaym, II, 134-140;. Attar, s. 37)