1. Çocuklarına ve Torunlarına Karşı Sevgi ve Şefkati

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem Efendimiz, bütün ümmetine, hatta bütün eşyaya sevgi ve şefkât beslemekle birlikte, husûsiyle çocuklara karşı farklı bir muhabbet duymuştur. Sevilmeyi, şefkâti ve merhameti yeterince tadamayan Câhiliye dönemi çocukları, Allah Resûlü sâyesinde cemiyetin göz bebeği olmuşlar ve gönüllere taht kurmuşlardır. Başının okşanmasına, yanağının muhabbetle öpülmesine alışmamış olan yavrular, Efendimiz -aleyhisselâm-’ın âlemi teşrîfi ile sevgi dolu bakışlara, şefkâtli ve samîmî muâmeleye mazhar olmuşlardır. Herhangi bir yerde onu gören çocuklar hemen Efendimiz’e doğru koşar, etrafını sarar, o da her biriyle ilgilenir, hâllerini sorar, sevgilerine karşılık verir ve onlarla şakalaşırdı.65 

Peygamber Efendimiz’in çocuklarına olan muhabbetini gösteren güzel sahnelerden birkaçı şöyledir:

Allah Resulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- kızı Hz. Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde cenaze namazını bizzat kıldırmıştı. Daha sonra da kabrinin başına oturmuş, evlâdına olan muhabbet ve merhametinden dolayı göz yaşlarını tutamayarak ağlamıştı. (İbn-i Sa’d, VIII, 38-39; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 489) Diğer kızı Hz. Rukiye vefât ettiğinde Fahr-i Kâinât Efendimiz kabrin yanına oturdu. Fâtıma da ağlayarak yanına geldi ve o da oturdu. Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma’ya olan merhametinden dolayı elbisesinin ucuyla onun göz yaşlarını sildi ve tesellî etti. (İbn-i Hanbel,  I, 335)66

Peygamber Efendimiz, Hz. Fâtıma huzûruna girdiğinde kalkar, elini tutar, kendisini öper ve yanına oturturdu. Fâtıma -radıyallahu anhâ- da muhterem babasına aynı şekilde mukâbele ederdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 143-144) Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma’ya olan muhabbeti sebebiyle bir sefere çıkacağı zaman en son onunla vedâlaşır, döndüğünde de ilk olarak yine ona uğrar ve şefkatle yanaklarından öperdi. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 21)

Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ- anlatıyor:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Fetih senesinde Fâtıma’yı çağırdı ve özel olarak konuştular. Fâtıma ağladı. Sonra tekrar konuştular, Fâtıma bu sefer güldü. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefat edince, Fâtıma’dan o gün ağlama ve gülmesinin sebebini sordum. Şu cevâbı verdi:

– Önce, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana vefât edeceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci defa benim cennette, İmrân kızı Meryem hariç diğer kadınların efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm. (Tirmizî,  Menâkıb, 60)

Sefer dönüşlerinde âilesinin çocukları tarafından sevinç gösterileriyle karşılanan Peygamberimiz, uzağında kalan çocuklarını da hep sormuş, soruşturmuş ve takip etmiştir. Hz. Rukiye, kocası Hz. Osman ile Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Bir müddet haberleri gelmedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz şehir dışına çıkar, o taraflardan gelenlere Hz. Osman ve kızını sorardı. Kureyşten bir kadın Habeş diyarından geldi. Efendimiz ona da sordu.

Kadın:

– Ey Ebü’l-Kâsım, ben onları gördüm, dedi.

Allah Resûlü:

“– Ne şekilde gördün, hangi hâldelerdi?” diye sordu.

Kadın:

– Osman, Rukiye’yi bir merkebe bindirmiş götürüyor, kendisi de arkasından yürüyordu, dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz sevindi ve onlar için Allah’ın yardımını niyaz etti. (Ali el-Müttakî, XIII, 63)

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, oğlu Hz. İbrahim doğduğunda çok sevinmiş, onu kucağına alıp Hz. Âişe’ye götürerek:

“– Şuna bir bak! Nasıl, bana benziyor mu?” diye sevincini ortaya koymuştur. (İbn-i Sa’d, I, 137) İbrahim’in doğum haberini getiren Ebû Râfi’e de bir köle bağışlamıştır. (İbn-i Abdilber, I, 54) Doğumunun yedinci gününde akika kurbanı olarak bir koç kesmiş,67 başını tıraş ettirip saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıtmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 135; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, I, 49)

Enes bin Malik der ki:

“Ben ev halkına Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den daha şefkatli olan bir kimse görmedim. İbrahim, Medine’nin köylerinden birinde, sütannesinin yanında bulunuyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik. Allah Resûlü içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.” (Müslim, Fedâil, 63)

Peygamberimiz çok sevdiği oğlu İbrahim’i son ziyâretinde Abdurrahman bin Avf da beraberindeydi. Onun elinden tutarak Hz. İbrahim’in bulunduğu hurma bahçesindeki eve gitti. İbrahim’i kucağına aldı, öptü ve kokladı. O sırada İbrahim can veriyordu. Efendimiz’in gözlerinden yaş dökülmeye başladı.

Abdurrahman bin Avf:

– Sen de mi ağlıyorsun ey Allah’ın Resûlü? Sen insanları böyle ağlamaktan menetmemiş miydin, dedi.

Peygamberimiz:

“– Ey İbn-i Avf! Bu, merhametten kaynaklanan bir ağlamadır!” buyurdu.

Resûlullah -aleyhisselâm-’ın gözlerinden tekrar yaşlar dökülünce:

“Göz ağlar, kalb üzülür, ancak biz, Yüce Rabbimizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz! Vallahi ey İbrahim! Biz senin firakınla çok mahzûnuz!” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 44; İbn-i Sa’d, I, 138)

Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahim’in kabrinin başına bir taş getirilmesini emretti ve onu kabrin başına dikti. Hz. İbrahim’in kabri böylece bir alâmetle belirlendi. Kabrinin üzerine ilk defa su serpilen de o oldu. (İbn-i Sa’d, I, 144; İbn-i Abdilber, I, 59)

Âlemlere Rahmet Efendimiz’in, doğumundan ölümüne kadar oğluna gösterdiği bu muhabbet ne kadar derindir. Allah’ın emâneti olarak aldığı evlâdına gerekli ihtimâmı göstermiş, babalık vazîfesini hakkıyla edâ etmiş, vefât ettiğinde ise ona olan muhabbet ve şefkatinden dolayı gözyaşı dökmekten başka bir şey yapmamıştır. Muvâzenesini bozmadan, kendinden geçmeden Allah’ın râzı olacağı şeyler söylemiş, o zor ânında dahî ashâbına çocuk sevgisi, merhamet, Allah’ın rızâsını gözetmek gibi güzel esaslar öğretmiştir.

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in torunlarına da aynı şekilde muhabbet duyduğunu görmekteyiz. Şüphesiz Efendimiz bu davranışlarıyla, çocuk sevmeyi zül kabul eden bir cemiyete esaslı mesajlar sunmaktadır. Havle bint-i Hakîm -radıyallahu anhâ- anlatıyor:

Birgün, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kızı Fâtıma -radıyallahu anhâ-’nın iki oğlundan birini kucaklamış olduğu hâlde evden çıktı. O sırada şöyle diyordu:

“– Siz var ya siz! Sizin yüzünüzden (ebeveyniniz) cimriliğe, korkaklığa ve cehâlete düşüyorlar. Ve siz Allah’ın reyhânlarındansınız.” (Tirmizî, Birr, 11; İbn-i Mâce, Edeb, 3)

Berâ -radıyallahu anh- diyor ki:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’i gördüm. Hz. Hasan’ı omuzunda taşıyor ve:

“– Allahım, ben bunu seviyorum, onu Sen de sev!” buyuruyordu. (Buhârî, Fedâilu’l-Ashab, 22; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe, 58, 59)

İbn-i Abbas -radıyallahu anh- şu muhabbet dolu hâdiseyi nakleder:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Hüseyin’i omzuna almış taşıyordu.

Bir adam:

– Ne güzel bir bineğe binmişsin ey yavrucuğum! dedi.

Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurdu:

“– O da ne güzel bir süvâridir!” (Tirmizî, Menâkıb, 30)

Burada Fahr-i Kâinât Efendimiz’in torunlarına sevgi ile birlikte ne kadar kıymet verdiğini de görmekteyiz. Allah Resûlü bu sözleriyle âdetâ onların istikbaldeki mevkîlerine ışık tutmuştur.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in evlâtlarına olan sevgi ve şefkâti bütün ümmetine örnek teşkil edecek müstesnâ bir seviyededir. Onları bazen sırtına, bazen karnının üzerine alıp eğlendirirdi. (Heysemî, IX, 181) Bazen câmide namaz kıldırırken bile omzuna veya sırtına binerler, ses çıkarmazdı. Ebû Hureyre hazretleri şöyle anlatır:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yatsı namazı kılıyorduk. Efendimiz (s.a.v)ecdeye varınca Hasan ile Hüseyin sıçrayıp sırtına bindiler. Başını kaldırdığında onları arkasından rıfkla yumuşak bir şekilde aldı ve yere koydu. Secdeye vardığında tekrar bindiler. Namaz bitinceye kadar böyle devam etti. Efendimiz (s.a.v) namazı bitirdikten sonra onları dizine oturttu. Yanına vardım ve:

− Yâ Resûlallah! İstersen onları evlerine götüreyim, dedim.

O esnâda (mucizevî olarak) bir şimşek çaktı. Efendimiz (s.a.v) onlara:

“− Haydi annenize gidin!” dedi. Çocuklar eve girinceye kadar şimşeğin ışığı parlamaya devam etti. (İbn-i Hanbel, II, 513; Hâkim, III, 183)

Başka birgün Allah Resûlü, bir omzunda Hasan, diğerinde Hüseyin olduğu hâlde sırayla önce birini, sonra diğerini öperek ashâbının yanına gelmişti. (İbn-i Hanbel,  II, 440)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- böyle yaparak ashabına çocuk sevgisini öğretiyordu.

Hz. Enes -radıyallahu anh- anlatıyor:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e:

– Ehl-i Beyt’inden hangisini daha çok seviyorsun, diye  sorulmuştu.

“– Hasan ve Hüseyin!” diye cevap verdi.

Efendimiz Hz. Fâtıma -radıyallahu anhâ-’ya:

“– Benim oğullarımı bana çağır!” diye emreder, onları getirtip kucaklar ve koklardı. (Tirmizî, Menâkıb, 30)

Sevgili Peygamberimiz, birgün ashabıyla birlikte dâvet edildiği bir yemeğe gidiyordu. O sırada Hüseyin de sokakta çocuklarla oynuyordu. Allah Resûlü ashabını geride bırakarak ilerledi. Ellerini açtı, Hüseyin’i tutmak istedi. Hüseyin bir oraya bir buraya kaçıyor, Peygamber Efendimiz de gülerek onu tutmaya çalışıyordu. Nihâyetinde sevgili torununu yakaladı. Bir elini kafasının arkasına, diğer elini de çenesinin altına koyup onu öptü. Sonra da:

“– Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim! Hüseyin’i seveni Allah sever…” buyurdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; İbn-i Hanbel,  IV, 172)

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu sevgi dolu davranışlarıyla ilgili olarak Ebû Hureyre -radıyallahu anh- şöyle bir hâdise nakleder:

Allah Resûlü ile beraber Medîne’nin çarşılarından birinde idim. Bir müddet sonra Efendimiz ayrıldı, ben de ayrıldım. Peygamberimiz Hz. Fâtıma’nın evine gelip üç defâ:

“– Yaramaz nerede? Bana Hasan’ı çağır” dedi.

Hasan gelince kollarını açtı, Hasan da açtı. Allah Resûlü torununa sarılıp öptü. Ardından da:

“Allahım! Doğrusu ben bunu seviyorum, onu Sen de sev, onu sevenleri de sev!” buyurdu. (Buhârî, Libâs, 60)

Allah Resûlü’nün bu muhabbeti, en ciddî işlerin yapıldığı esnâda dahi müşâhade edilmektedir. Meselâ o, bir keresinde hutbe okurken tökezleyerek mescide giren torununu kaldırmak üzere konuşmasını kesmiş, aşağıya inip torununu kucaklayarak minberin üzerine oturtmuş, hutbesine devam etmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 30) Aynı şekilde Mekke’nin fethi gibi büyük bir olay esnasında bile, Hz. Zeynep’ten olan torunu Ali’yi terkisine almış, şehre onunla birlikte girmiştir. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, IV, 126)

Hiç şüphesizki Allah Resûlü, çocukların yaramazlıklarına en fazla tahammül gösteren ve onlara müsâmaha ile davranan kimse idi. Bu, Efendimiz’in evlâtlarına olan sevgisinin sonucudur. Enes bin Malik -radıyallahu anh-’ın naklettiği şu hâdise buna ne güzel bir misaldir:

Birgün yağmur meleği, Rabbimizden izin alarak Peygamber Efendimiz’in yanına gelmişti.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Ey Ümmü Seleme! Kapıyı üzerimize kapat, yanımıza kimseyi bırakma!” buyurdu.

O sırada, Hüseyin koşarak geldi. Hz. Ümmü Seleme onu içeri bırakmak istemedi. Fakat, yavrucak kapıyı zorlayıp içeri girdi, kendisini Peygamber -aleyhisselâm-’ın kucağına attı. Efendimiz onu omuzuna aldı, boynuna bindirdi, öptü ve sevdi. (İbn-i Hanbel, III, 242; Heysemî, IX, 187)

Yine Hasan veya Hüseyin’e süt annelik yapan Ümmü’l-Fadl, birgün Resulullah’ın torununu getirip kucağına koymuş, çocuk da Efendimiz’in üzerine akıtmıştı. Ümmü’l-Fadl bu sebeple çocuğun omuzuna vurmuş, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise:

“– Oğlumun canını yaktın. Allah sana rahmet etsin!” buyurarak çocukların bu tür sıkıntılı hâllerine tahammül etmek gerektiğini göstermiştir. (İbn-i Mâce, Tabir, 10)

Fahr-i Kâinât Efendimiz sâdece Hasan ve Hüseyin -radıyallahu anhümâ-’yı değil, diğer torunlarını da candan severdi. Nitekim Ebû Katâde -radıyallahu anh- şöyle demektedir:

“Allah Resûlü, kızı Zeyneb’in kerîmesi Ümâme omzunda olduğu hâlde ashabına namaz kıldırırdı. Secdeye varınca çocuğu (yana) bırakır, kıyâm için doğrulunca tekrar omuzuna alırdı.” (Bûhârî, Salât, 106; Müslim, Mesâcid, 41)

Birgün, Peygamber Efendimiz’in sevgili torunu ve Hz. Osman’ın oğlu olan altı yaşındaki Abdullah’ın yüzünü ve gözünü bir horoz gagalamıştı. Yavrucağın yüzü şişti ve ağır bir şekilde hastalandı. Tutulduğu bu hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Abdullah’ın cenaze namazını Allah Resûlü kıldırdı, Hz. Osman da oğlunu kabrine indirdi. O esnâda Peygamber Efendimiz gözlerinden yaşlar döküldüğü hâlde şöyle buyurdu:

“– Yüce Allah, kullarından merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!” (İbn-i Sa’d, III, 53-54, VIII, 36; Belazurî, Ensâb, I, 401)

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in evlatları ve torunlarına karşı gösterdiği ilgi ve sevgiye dâir pek çok rivâyet mevcuttur. Ancak bu alâka, sâdece kan bağının, nesebî duyguların sevki ile olmamış, Allah Resûlü’nün bütün insanlığa yönelik risalet vazifesinin bir îcâbı olarak zuhûr etmiştir. Biz de Peygamber Efendimiz’in izinden giderek, Allah’ın emâneti oldukları düşüncesiyle yavrularımızın terbiyesine daha fazla ehemmiyet vermeli ve daha iyi yetişip insanlığa hizmet etmeleri için onları muhabbetle büyütmeliyiz.

Bookmark the permalink.

Comments are closed