Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, her türlü olayda fâil-i mutlakın Cenâb-ı Hak olduğuna yakînen inandığı için hâdiselere hep olumlu yaklaşırdı. Onun mümtâz hayatında tıkanıklığın, ümitsizliğin ve çözümsüzlüğün asla yeri yoktu. Uğursuzluğa da inanmazdı. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Ben kulumun zannı üzereyim. Şayet benim hakkımda hüsn-i zan beslerse ben de ona öylece davranırım. Şayet sû-i zan beslerse ona göre karşılık veririm” (İbn-i Hanbel, II, 391) hadîs-i kudsîsini esas alan bir hayat telakkisine sahipti. Bu sebeple Peygamberimiz:
“Mü’min kulun durumu ne kadar hayrete şayandır. Onun her işi hayırdır. Böylesi bir özellik sâdece mü’minde vardır. Ona bir iyilik gelirse şükreder, onun için hayırlı olur. Eğer bir musîbet dokunursa sabreder, yine onun için hayırlı olur” (Müslim, Zühd, 64) buyurarak ümmetini de hâdiseler karşısında müspet tavır almaya dâvet ederdi.
Peygamber Efendimiz’in bu anlayışı, hayatın her alanında, özellikle terbiye ve tezkiyede çokça müşâhede edilmektedir. Enes -radıyallâhu anh-’den rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“– Uğursuzluk yoktur. Ben, hayra yormayı tercih ederim.”
Sahâbîler:
– Hayra yorma (tefe’ül) nedir? dediler.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Güzel, olumlu sözdür” buyurdu. (Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102)
Urve bin Âmir -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in huzurunda uğursuzluktan söz edildi. Bunun üzerine:
“– En güzeli, hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman:
“Allahım! İyilikleri sadece Sen verirsin; kötülükleri yalnız Sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak Sen’in yardımınla kazanılabilir» diye duâ etsin” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıb, 24)
Allah Resûlü, hoşumuza gitmese bile rüzgar, fırtına ve benzeri tabiat olayları hakkında menfî konuşmamayı, bilakis şerrinden emin olabilmek için Allah Teâlâ’ya duâ etmeyi tavsiye buyurmaktadır. (Müslim, İstiskâ, 15)
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiye ettiği hayra yorma, uğurlu sayma veya tefe’ül, bu tür durumlarda müslümanın başvurabileceği en güzel bir yoldur. Meselâ bir hastanın, kendisine “İyisin, mâşallah!” diye seslenilmesini, sıhhate kavuşacağına yorması, henüz hacca gitmemiş birine “hacı” denilmesini o kimsenin hacı olacağı şeklinde anlaması birer hayra yorma, tefe’üldür. Peygamber Efendimiz, bir türlü sonuçlandırılamayan Hudeybiye anlaşması sırasında müşrikler adına Süheyl bin Amr’ın temsilci olarak geldiğini görünce, onun ismindeki kolaylık mânasından tefe’ül ederek, “İşiniz kolaylaştı” buyurmuştur. (Buhârî, Şurût, 15)
Efendimiz’in menettiği “teşe’üm” yani kötüye yorma, uğursuzluğa hükmetme, nasıl insanı ruhî bakımdan bunaltır, ümidini, şevkini, iş yapma azmini kırarsa; tefe’ül de, henüz ortada bir şey olmasa bile insana aşk, şevk ve ruhî bir inşirâh verir, hayatı daha anlamlı kılar.
Tefe’ülün temelinde Allah Teâlâ’ya hüsn-i zan beslemek vardır. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in uğursuzluğa karşı çıkması da ortada kesin bir delil bulunmamasına rağmen Allah Teâlâ hakkında sû-i zanda bulunmak mânasına geldiği içindir. Bu da bize bir ölçü vermektedir: Hayatta insanlar ve olaylar hakkında daima hüsn-i zan beslemek lâzımdır. Çünkü sû-i zandan sorumlu tutuluruz ama yanılmış olsak bile hüsn-i zanda bulunmaktan dolayı mes’ul olmayız. Bütün kaybımız, iyi niyetimiz sebebiyle yanılmış olmaktan ibaret kalır. Fakat, haksız yere bir kimse hakkında sû-i zanda bulunursak, eninde sonunda bunun hesabını vermek zorunda kalırız.
Peygamber Efendimiz’in, hâdiselere müspet yaklaştığını gösteren bir misal de şudur:
Muâviye bin Hakem’in, koyunlarını güden bir câriyesi vardı. Kızcağız birgün koyunlardan birini kurda kaptırdı. Bunu duyan Muâviye ona çok kızdı ve yüzüne fena bir tokat vurdu. Sonra da yaptığına pişman oldu. Resûl-i Ekrem ile sohbet ederken bu konuyu da açtı. Peygamber -aleyhisselâm- ona yaptığının haksızlık olduğunu söyleyince:
– Yâ Resûlallah, o halde câriyeyi âzat edeyim mi? diye sordu.
Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- de:
“– Hele sen onu bana bir getir” buyurdu.
Muâviye de hemen gidip câriyeyi getirdi.
Peygamber -aleyhisselâm- câriyeye:
“– Allah nerede?” diye sordu.
O da:
– Gökte! dedi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz tekrar sordu:
“– Ben kimim?”
Câriye:
– Resûlullah’sın, dedi.
O zaman Allah Rasûlü Muâviye’ye dönerek:
“– Onu âzat et; çünkü mü’minedir” buyurdu. Muâviye de onu âzat etti. (Müslim, Mesâcid, 33)
Âlemlere rahmet olan Efendimiz, burada kendi akıl ve ilim seviyesine göre suallere cevap veren ve tevhid akîdesini kabullendiğini izah etmeye çalışan kızcağızın şehâdetini kabul buyurarak onu bir mü’mine olarak tavsif etmiş, neticede de şefkat ve merhametle muamele ederek onu hürriyetine kavuşturmuştur.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hâdiselere olumlu yaklaşması, onun rüyaları te’vil etmesinde de müşâhede edilir. Hz. Abbas’ın zevcesi Ümmü’l-Fadl, birgün Peygamberimiz’in yanına gelip:
– Ben bu gece bir rüya gördüm, dedi.
Efendimiz:
“– Ne gördün?” diye sordu.
Ümmü’l-Fadl:
– Çok şiddetli ve mihnetli bir rüya! dedi.
Allah Resûlü:
“– Nedir o, söyle!” buyurunca Ümmü’l-Fadl:
– Senin bedeninden bir parçanın kesilip benim evime konulduğunu gördüm, dedi.
Bunun üzerine Efendimiz:
“– Hayır görmüşsündür inşaallah! Fâtıma bir erkek çocuk doğuracak, sen de ona oğlun Kusem’in sütünü emzireceksin” buyurdu. Bir müddet sonra Hz. Hüseyin dünyaya geldi. Ümmü’l-Fadl ise ona süt anneliği yaptı. (Hakim, III, 194; İbn-i Sa’d, VIII, 278-279)
Yine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- rüyaları olumsuz tabir etmekten sakınmak konusunda bizleri şöyle uyarmıştır:
“Rüya üç kısımdır: Biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rüya gördüğünde, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.” (İbn-i Mâce, Tabir, 3)
Cenâb-ı Hak kulunun zannı üzere olduğuna göre bir bakıma insanın niyet ve temennîleri duâ mâhiyeti arzetmektedir. Bu sebeple devamlı hayra yormak, hayır düşünmek insanın hâlet-i rûhiyesini rahatlattığı gibi hâdiselerin de bu yönde tecellî etmesine tesirde bulunmaktadır.