Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, öğretmek istediklerini sadece tebliğle kalmaz, muhatabın durumuna göre aklî ve mantıkî delillerle onu iknâ ederdi. Efendimiz bu usulle, yanlış olan bir şeyi doğru zanneden kimsenin kalbinden bâtılı söküp atmayı hedeflerdi.
Hz. Câbir anlatıyor:
Ömer bin Hattâb -radıyallahu anh- (birgün telâşla gelerek):
– Ey Allah’ın Resulü! Bugün ben büyük bir hatada bulundum, oruçlu iken (hanımımı) öptüm! dedi.
Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:
“– Sen oruçlu iken mazmaza yapmaz mısın? (Bu orucunu bozar mı?)”
Hz. Ömer:
– Bunda bir beis yok! dedi.
Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“– Öyleyse niye (öpmekten telaşa düşüyorsun?)” (Ebu Dâvûd, Savm, 33)
Efendimiz -aleyhisselâm-, yaptığı işin hatalı olduğunu düşünen Hz. Ömer’i mantıken iknâ ederek, bildiği bir hususa kıyasla bilmediği bir meseleyi öğretmiştir.
Bu husustaki diğer bir hâdiseyi Ebû Umâme el-Bâhılî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Bir genç Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Zina yapmak için bana izin ver, dedi.
Oradakiler hemen üzerine yürüdüler ve azarlayarak susmasını istediler.
Peygamber Efendimiz ise gence:
“– Yaklaş!” buyurdu. Genç de Efendimiz’in yanına yaklaşıp oturdu.
Alemlerin Efendisi ona:
“– Annenin zina yapmasını ister misin?” diye sordu.
Genç:
– Allah Teâlâ beni senin yolunda kurban etsin, vallâhi istemem ya Resûlallâh! dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“– Diğer insanlar da anneleri için böyle bir şeyi istemezler” buyurdu.
Allah Resûlü aynı suali gencin kızı, kız kardeşi, halası ve teyzesi hakkında tekrarladı. Genç de her defasında aynı cevabı verdi.
Efendimiz bunların ardından mübarek ellerini gencin sadrına koydu ve şöyle dua etti:
“Allahım bunun günahlarını bağışla, kalbini temizle ve avretini (zinadan) muhafaza buyur.”
O genç bundan sonra böyle bir şeye asla tevessül etmedi. (İbn-i Hanbel, V, 256)
Fahr-i Kâinât Efendimiz burada, menfi bir istikamete yönelmiş bulunan genci, ashabın heyecanlanmalarına rağmen sukûnet ve vakarla karşılamış, öfkelenmemiş, ona yanında yer vermiş, söylediklerini dinlemiş, sonra meseleyi aklî ve mantıkî olarak izah etmiş, gencin en hassas damarlarına dokunarak bunu akıl terazisinde tartmasını sağlamış ve biiznillah bu gayr-i meşru düşünceyi kalbinden söküp atmıştır. Genç de aklen ve kalben ikna olarak bir daha böyle bir şeye asla teşebbüs etmemiştir. Muallim ve mürebbilerin tehevvüre kapılmadan, sukûnet ve vakarla hareket ederek meseleleri izahta bu usulü kullanmaları çok büyük ehemmiyet taşımaktadır. Hususiyle teslimiyetin azaldığı, herşeyin akıl penceresinden değerlendirildiği ve rasyonalizmin hâkim olduğu günümüzde bu aklî ve mantıkî izahlara daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.