“Rabbinin makamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır”
er-Rahmân 55/46
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah korkusunu ifade etmek üzere çoğunlukla “havf” ve “haşyet” kelimeleri kullanılmaktadır. Ancak bu kelimeler eş anlamlı olmayıp aralarında bazı mâna farklılıkları vardır.
“Havf”, işlenilen hata karşısında cezâya çarpılma korkusu ve hoşa gitmeyen şeyin başa geleceği endişesiyle kalbin ürpermesi anlamındadır. “Haşyet” ise havfa benzemekle birlikte; bilgiye dayalı, tazimle karışık bir korku olması yönüyle daha husûsi bir mânaya sahiptir. Bu sebeple haşyet, âlimlerin vasfıdır.
Allah korkusuyla yakından ilgili bir de “vecel” kelimesi vardır ki celâdet, azap ve şiddetinden korkulan birisinin hatırlanması ya da görülmesi üzerine kalbin titremesi ve yüreğin hoplamasıdır. Burada “vecel”i diğerlerinden ayıran en önemli nokta korkunun daha yoğun bir şekilde hissiyata dönüşmesidir. Buna göre “havf” umum mü’minlere has vasıf iken, “haşyet” âlimlere, “vecel” ise mukarrebûna ait vasıftır.” (İbn-i Kayyim, Medâric, I, 549-550)
Kişinin Allah’a karşı takınması gereken edebin bir boyutu diye nitelendirilen Allah korkusunun merkezini, Kur’ân-ı Kerîm kalp olarak göstermektedir. Bu hususla ilgili dikkat çekici bazı âyetler şunlardır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir.” (el-Enfâl 8/2)
“…(Ey Nebî!) O mütevâzi, saygılı ve samimi insanları müjdele! Onlar ki Allah zikredildiğinde kalpleri titrer.” (el-Hacc 22/34, 35)
Âyetlerden anlaşıldığı üzere îmânda kemâle ermiş mü’minlerin, Allah anıldığında kalpleri ürpermekte ve titremektedir. Nitekim bu kıvama erişememiş Müslümanlar:
“İman edenlerin Allah’ın zikrine ve Hak’tan inen (Kur’ân)a karşı kalplerinin yumuşama zamanı henüz gelmedi mi!?” (el-Hadîd 57/16) fermân-ı ilâhîsiyle gevşeklikleri sebebiyle uyarılmışlardır.
İbn-i Mes’ud -radıyallâhu anh-:
“Müslüman olmamızla Allah Teâlâ’nın bu âyetle bizleri îkâzı arasında dört sene gibi kısa bir süre bulunmaktadır” demiştir. (Müslim, Tefsîr, 24) Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, müslümanların belli bir kıvâma erebilmesi için kalplerinin kendi haşyeti ile dâima yumuşak kalmasını istemektedir.
Diğer taraftan ürperen kalplere sahip olanlar, emrolundukları şeyleri titizlikle yerine getirirler. (Nahl 16/50) Hatta yaptıkları amellerin geri çevrileceği endişesi ile yürekleri çarpar. Hz. Âişe diyor ki: “Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hatta bunun için yarışanlar onlardır” (el-Mü’minûn 23/60, 61) âyeti nâzil olunca Allah Resûlü’ne:
– Âyette zikredilenler, zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir? diye sormuştum.
O da:
“– Hayır ey Sıddık’ın kızı! Âyette anlatılmak istenen, namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği halde bu ibâdetlerinin kabul olup olmama endişesiyle korkanlardır” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 23; İbn Mâce, Zühd, 20)
Ayrıca Cenâb-ı Hak “Rabbinin makamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır” müjdesini vermektedir. (er-Rahmân 55/46)
Zâhirde Allah sevgisine zıt gibi görünen korku, gerçekte Allah sevgisi ile iç içedir. Hz. Peygamber’in hayatında bunun misallerini görmekteyiz. Sevgi, Allah’ı hakkıyla bilip tanımak demek olan marifetin bir meyvesi olduğu gibi, korku da Allah’ı gerektiği gibi bilmenin bir neticesi olmaktadır. Kişinin Allah hakkındaki bilgisi ve ona sevgisi arttıkça, Allah korkusu da o nisbette artar. Nitekim Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “Ben Allah’ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınızım” (Bûhârî, Edeb, 72; Müslim, Fedâil, 127) buyurarak bilgiyle korku arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, düşünüp anlayanların (el-Ankebût 29/43) ve Allah’tan hakkıyla korkanların (el-Fâtır 35/28) ancak âlimler olduğu bildirilmektedir. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhuma-’ya göre, gerçek âlimler, Allah’ın her şeye kâdir olduğunu bilen, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan, helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kabul eden, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyan, O’na kavuşacağına ve ilminin hesabını vereceğine yakînen inanan kimselerdir. (İbn Kesîr, Tefsîr, III, 561)
Hidâyet ve rahmetin, Allah’tan korkanlara mahsus olduğunu belirten (el-Arâf 7/154) Kur’ân-ı Kerîm’in beyanına göre Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan hoşnut olduğu kimseler, Rablerinden korkanlardır. (el-Beyyine 98/8) Zira, herhangi bir şeyden korkan ondan kaçar, fakat Allah Teâlâ’dan korkan kimse çareyi ona sığınmakta bulur. (İbn-i Kayyîm, Medâric, I, 550)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında müşâhade edilen engin Allah korkusu, bu konudaki âyetlerin en mükemmel şekliyle onun hayatına aksetmesinden ileri gelmektedir. Hz. Âişe annemiz kendisinden Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkını soranlara, “Onun ahlâkı Kur’ân’dan ibaretti” cevabını vermiştir. (Müslim, Müsâfirîn, 139) Zaman zaman Allah korkusundan ağlayan ve bu sebeple ashâbının da ağlamasına vesile olan Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- (Müslim, Cenâiz, 12; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77) bir hadis-i şerîfte, iki damlanın Allah’a çok sevimli geldiğini; bunların, Allah korkusuyla akıtılan göz yaşı ve Allah yolunda dökülen kan damlası olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, Cihâd, 26) Bir başka hadislerinde de “Allah korkusu sebebiyle ağlayan kişi, (sağılan) süt memeye dönmedikçe cehenneme girmeyecektir” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 8)
Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tabiatta cereyan eden bazı olaylar karşısında endişeye düştüğü görülmektedir. Onun bu endişeleri tamamen Allah korkusuyla alâkalıdır. Hz. Âişe -radıyallâhu anha-’ın naklettiğine göre, havanın aşırı rüzgarlı olduğu anlarda veya gökyüzünde siyah bir bulut görüldüğünde, Peygamberimiz’in yüzünün rengi değişir, bazen o buluta karşı durur bakar, bazen geri döner, eve girer çıkardı. Yağmur yağdığında ise sevinirdi. Bu tavırlarının sebebi sorulduğunda, Âd kavmine gelen azâbın kendi ümmetinin başına gelmesinden endişe ettiğini söylerdi. (Müslim, İstiskâ, 14, 15, 16)
Bu beyanlar Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in daima dikkatli ve ihtiyatlı oluşunun ve bunu başkalarına da öğretmek isteyişinin bir işareti olarak kabul edilmelidir.
Korkunun tedbirli ve ihtiyatlı olmayı telkin ettiği modern psikolojide de dile getirilir. Şöyle ki korku, ferdin azim ve cehdini artıran bir âmil olarak kişinin geleceğe yönelik hazırlık yapmasını sağlamaktadır. (Arthur, Eğitim Psikolojisi, I, 103) İslâm âlimleri de korkuyu Allah’ın kamçısı olarak vasıflandırmışlardır. Nitekim korku vesilesiyle insanlar, ilim ve amele sevk edilirler. (İbnü’l-Cevzî, Minhâc, s. 316)
Netice olarak, bir kalbe îmân girmişse, orada Allah korkusu başlamış demektir. Çünkü Allah’ın yüceliğine, kullarını birgün hesaba çekeceğine inanmış günahkar bir mü’min, Allah’ın azabından korkup titreyeceği gibi Hakk’ı daha iyi bilen âlimler ve ârifler de O’nun kemâli, celâli ve cemâli karşısında gereği gibi kulluk yapamadıklarını hatırlayıp üzülecek ve gönülleri adeta kuş kalbi gibi çarpacaktır. Hülâsa mü’min olan herkes, Allah adıyla irkilecek ve ürperecektir. Taşlar bile Allah korkusu ile yerinde duramayıp yuvarlanırken, sertlikte taştan da ileri, ürperme nedir bilmeyen hissiz bir gönüle sahip olmak, ilâhî rahmetten mahrumiyetin göstergesidir. (el-Bakara 2/74) İşte bu sebeple Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Allahım, faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve icâbet edilmeyen duâdan sana sığınırım” diyerek bu acı sonuçtan Rabbine ilticâ etmiştir. (Müslim, Zikr, 73)
Bununla birlikte Resûlullah’ın hayatında günlük heyecanlardan kaynaklanan korku çeşidine rastlanmaz. O, başkasında örneğine rastlanamayacak derecede cesur ve korkusuzdur. Dilimizde korkaklık olarak adlandırılan bu hâl, Arapça’da “cübn” veya “cebânet” terimiyle ifâde edilmektedir ki, Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu durumdan Allah’a sığınmıştır. (Buhârî, Da’avât, 36) Bir aylık uzaklıktan düşmana korku verebilecek özelliğe sahip bir peygamber olarak (Buhârî, Cihâd, 122) “Beni asla cimri, yalancı ve korkak bulamazsınız” buyurmuştur. (Buhârî, Cihâd, 24, Nesâi, Hibe, 1)
Âyet-i kerîmede gerçek mü’minlere yardım olarak Allah Teâlâ’nın kâfirlerin kalblerine şiddetli korku salacağı belirtilmiş; korkaklığın ise daha ziyâde inkar edenlerin hastalığı olduğu vurgulanmıştır. (Âl-i İmrân 3/151; el-Enfâl 8/12) Ayrıca Resûlullah, dünyayı aşırı bir şekilde sevip, ölümden ciddi şekilde korkan mü’minlerden düşmanlarının çekinmeyeceğini, bu tür kimselerin, düşman karşısında hezimete uğrayacaklarını belirtmiştir. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5)
Şu halde Allah’tan korkmak ile korkaklık tamamen farklı şeylerdir. Allah korkusu, övülen ve arzu edilen bir hâl iken; korkaklık, yerilmiş ve sakınılması gereken kötü huy olarak görülmüştür.