Garkeder âlemleri bir katre âb-ı mağfiret
Var kıyâs et vüs’at-ı deryây-ı rahmet neydiğin11
Bâkî
İnsanlara bir şeyi sâdece korku vâsıtasıyla kabul ettirmeye çalışmak, berâberinde nefreti getireceğinden, müjdelemeyi öncelikle şiâr edinmek gerekmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de sâdece korku unsuru kullanılmamış, aksine cennet ile cehennem, mü’min ile kâfir, iyi ile kötü tasvirleri her defâsında ve gerekli ölçüde birlikte zikredilmiş, ancak tebşîr cihetine daha çok ehemmiyet verilmiştir.
Cenâb-ı Hak; “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (el-A’râf 7/156) buyurarak kullarına olan merhametinin enginliğini beyân etmiştir. Bu hakîkati ifâde etmek üzere Allah Resûlü de şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ varlıkları yarattığında, arşın üstündeki kitabına; «Rahmetim gerçekten gazâbıma gâlibtir!» diye yazmıştır.” (Buhârî, Tevhîd, 15)
Yüce Rabbimiz biz kullarına dâimâ çok affedici, Rahmân ve Rahîm olduğunu hatırlatmaktadır. Bütün işlerimizin evvelinde çektiğimiz besmele ve namazlarda okuduğumuz Fâtiha, Cenâb-ı Hakk’ın merhamet sıfatlarını her an hatırlatmaktadır. Yüce Rabbimiz’in günahkâr kullara merhametini müjdeleyen dikkat çekici bir hâdiseyi İbn-i Abbas şöyle anlatmıştır:
Bir grup müşrik, adam öldürme ve fuhşiyâta dalma gibi ağır cürümleri işledikten sonra Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e müracaat ederek:
– Ey Muhammed! Bize anlattığın ve dâvet ettiğin esaslar gerçekten güzel şeyler. Eğer şimdiye kadar işlediğimiz günahların bir keffâreti olduğunu söylersen Müslüman oluruz, dediler. Bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:
“(Rahmân’ın seçkin) kulları, Allah ile berâber başka bir ilâha yalvarmaz, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymaz ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa mutlaka cezâsını bulur. Kıyâmet günü azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakîr olarak ebedî kalır. Ancak tevbe ve îmân edip sâlih amel işleyenler başka! Çünkü Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah Gafûr ve Rahîm’dir.” (el-Furkân 25/68-70) (Müslim, Îmân, 193)
İşlemiş oldukları büyük günahlar yüzünden ümitsizliğe düşmüş olan bu insanlar, ilâhî müjdeler sâyesinde tekrar hayâta döndüler ve kurtuluşa erdiler.
Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, Peygamberimiz’i bütün insanlık için bir rahmet olarak göndermiş, Efendimiz de onları güzelliklerle müjdelemiş ve fenâlıklardan korumaya çalışmıştır. Cenâb-ı Hak; “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler” (Sebe 34/28) buyurarak Sevgili Peygamberimiz’in “mübeşşir: müjdeci” vasfını önce, “münzir: uyarıcı” vasfını ise daha sonra zikretmektedir.
Bu sebeple Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, tebliğ ve dâvete ilk defâ başlarken:
“Sizi «Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh» diyerek şehadet getirmeye dâvet ediyorum! Ben de O’nun kulu ve resûlüyüm! Bunu böylece kabul ve ikrar ettiğiniz takdirde, cennete gireceğinize kefil olurum!” (Belâzurî, I, 119-120)
“Üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı ve kardeşim olmayı, böylece cennet kazanmayı hanginiz kabul eder?” (İbn-i Sa’d, I, 187) diyerek insanları cennetle müjdelemişti.
Îmâna çağrılan, günahlardan tevbe etmeye dâvet edilen insanlarda olduğu gibi, îmân ve ameliyle kemâlât yolunda ilerlemeye çalışan kimselerin de bu müjdelemeye ihtiyâcı vardır. Amellerinde ve hizmetlerinde daha iştiyaklı olmaları için, sevinebilecekleri güzel haberleri duymaları gerekmektedir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, zaman zaman ashâbını cennetle müjdelemiştir. Cennetle müjdelenen ve “Aşere-i Mübeşşere” diye tâbir edilen on sahâbî meşhurdur. (Tirmizî, Menâkıb, 27; İbn-i Hanbel, I, 187-188)
Efendimiz’in müjdelemesi sâdece bu on kişi ile sınırlı kalmamış, bunlardan başka daha pek çok sahâbîyi ve bâzı güzel amellerde bulunan ümmetini de cennetle tebşir etmiştir. Meselâ Ashâb-ı Bedr yani Bedir Gazvesi’nde bulunanlar (Bûhârî, Megâzî, 9), Hz. Hatice (Bûhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 19), Abdullah bin Selâm (Bûhârî, Edeb, 55; Tirmizi, Menâkıb, 36), Hârise bin Sürâka el-Ensârî (Bûhârî, Megâzî, 9) bunlardandır.
Bununla birlikte müjdeleme işinde çok dikkatli olunması gerekmektedir. İnsanları ibâdetlerden alıkoyacak, gevşemelerine sebebiyet verecek müjdelerden sakınmalıdır. Şeytanın, Allah’ın rahmet ve mağfiretini öne sürerek insanları aldatmasına müsâade edilmemelidir. Zîra Cenâb-ı Hak kullarını îkâz ederek:
“Sakın o aldatıcı şeytan sizi Allah’ın (rahmet ve mağfiretine güvendirerek) aldatmasın!” buyurmaktadır. (Lokmân 31/33) Kâzım Paşa der ki:
Ümid-i afv ile olma harîs-i isyân kim
Ziyân-resîde eder âdemi hisâb-ı ferâh
“Affedilmek ümidiyle isyâna ve kötülüklere kalkışma! Zira hesâbı geniş tutanların ekserisi zararlı çıkarlar. Her şeyde ölçülü olmak en emin yoldur.”
Bu iki nokta arasındaki denge çok iyi kurulmalı ve muhâtabın durumuna göre hareket edilmelidir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in de bu endişeleri taşıdığı şu rivâyetten anlaşılmaktadır:
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Muâz bin Cebel’i terkisine aldı ve ona hitâben üç defa:
“– Ey Muâz!” diye seslendi.
O da her defasında:
– Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine âmâdeyim! diye cevap verdi.
Bunun üzerine Nebiyy-i zî-şân Efendimiz:
“– Kim Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın kulu ve resûlü olduğuna samîmî bir şekilde şehâdet ederse, Allah onu cehenneme haram kılar” buyurdu.
Bunun üzerine Muâz:
– Bu müjdeyi Müslümanlara haber vereyim de sevinsinler mi, ey Allah’ın Resûlü, diye izin istedi. Efendimiz izin vermedi. Daha sonra sebebini beyân ederek:
“– O zaman insanlar buna güvenerek tembel davranırlar” buyurdu.
Muâz bin Cebel böylesi bir bilgiyi gizlemenin vebâlinden korkarak vefatına yakın bir zamanda çevresindekilere bunu haber vermiştir. (Buhârî, İlim, 49)
Muâz -radıyallâhu anh- gibi müjde ile ibâdetlere daha çok sarılacak kimseler olduğu gibi, bu tür haberlere güvenerek tembelleşen kimseler de olabilir. Hatta ikinci kısımdakiler daha çoktur. Bu durumda, kime hangi sözün nasıl tesîr edeceğini tesbit etmek, dâvetçi için çok mühim bir düstûrdur.