Bâkî mu’cizelere ne hâcet vasf-ı hak isbâtına
Câhil iken el, senin ilmin yeter bürhân sana15
Fuzûlî
Mu’cize, Allah Teâlâ’nın izniyle peygamberlerin ellerinde vukû bulan ve muhatapları, benzerini getirmekten aciz bırakan hârikulâde olaylardır. Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin tebliğ ve dâvetlerini kabul ettirebilmek için bir kısım mu’cizeler göstermek mecbûriyetinde kaldıklarını bildirmektedir.
Şunu belirtmek gerekir ki mu’cizeler nübüvvetin zarûrî bir delili değil, sâdece muhâtaba âni bir tesir yaparak peygamberin doğruluğunu gösteren bir alâmettir. Nübüvvetin esas hedefi fazilet ve güzel ahlâkı öğretmektir. Bu bakımdan peygamberlerin örnek yaşayışları, seciye ve ahlâkları ile meydana getirdikleri mu’cizeleri, kafirlerin talebi veya bir ihtiyaç üzerine gösterilen ânî, hâricî ve geçici hârikulâde hâdiselerden çok daha önemli ve tesirlidir. İnsanların peygamberlerin sünnetini tâkip etmeleri gerekir. Nitekim kâfirlerin maddî mu’cize taleplerine karşı Allah Teâlâ, mu’cize olarak Kur’ân’ın kafi geleceğini şöyle ifade etmiştir:
“(Kafirler:) «Rabbının katından ona birtakım mu’cizeler indirilmeli değil mi idi?» dediler. Onlara: «Mu’cizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sâdece apaçık bir uyarıcıyım» de! Kendilerine okunan bir kitabı sana indirmemiz onlara (mu’cize olarak) yetmiyor mu? Şüphesiz onda îmân eden bir toplum için rahmet ve öğüt vardır.” (el-Ankebût 29/50-51)
Kafirlerin mu’cize talepleri samîmî ve gerçeği kabul etme niyetiyle değildi. Onlar ancak inat, inkar ve alay etme niyetiyle böyle istekte bulunuyorlardı. Bu ise mu’cizenin tahakkuku durumunda inanmayanların helâkine sebep olabilirdi. Kavminin böyle bir günah yüzünden toptan helâkini asla istemeyen Rahmet Peygamberi, onların mu’cize talepleri karşısında kesin tavrını koyuyordu. Şu hâdise bunun canlı misâllerinden birini teşkil eder:
Kureyş müşrikleri, birgün, Peygamberimiz’den bir mu’cize getirmesini istediler. Efendimiz onlara:
“– Size nasıl bir mu’cize getirmemi istiyorsunuz?” diye sorunca müşrikler:
– Safa tepesini bizim için altın yap! dediler.
Allah Resûlü:
“– Bunu yaparsam beni tasdik eder misiniz?” diye sordu.
Onlar:
– Evet, eğer söylediklerin doğruysa ve bizim îmân etmemiz seni sevindirecekse, Safâ tepesini altına çevir de sana îmân edelim, dediler.
Peygamberimiz:
“– Dediğinizi yapacak mısınız?” diye tekrar sorunca müşrikler:
– Evet, yapacağız, deyip yemin ettiler.
Bunun üzerine, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Yüce Allah’a dua etti. Cebrail -aleyhisselam- gelip:
“– Yâ Muhammed! Yüce Rabbin sana selam ediyor ve; «İstersen, onlar için, Safâ tepesini altın yapayım. Fakat, bundan sonra kim küfre kalkışırsa, işte o zaman, hiçbir kimseye yapmadığım bir şekilde onlara azâb ederim! İstersen, taleplerini yerine getirmeyeyim de kendilerine tevbe ve rahmet kapısını açık tutayım?» buyuruyor” ikazında bulununca Rahmeten li’l-âlemîn olan Efendimiz:
“– Hayır! Safâ tepesini altın yapıp da, onları azaba uğratma yâ Rabbî! Bilakis, onlara tevbe ve rahmet kapısını açık tut. Tevbekâr oluncaya kadar onlara mühlet ver!” diyerek duâ etti, müşrikler de korkarak bu yoldaki isteklerinden vazgeçtiler. İşte:
“Bizi, mu’cizeler göndermekten alıkoyan ancak öncekilerin bunları yalanlamış olmalarıdır. Biz Semûd’a uyarıcı ve aydınlatıcı bir mu’cize olarak dişi deveyi verdik de onu öldürdüler. Halbuki Biz mu’cizeleri (azab ve helâk etmek için değil), ancak uyarmak için göndeririz” (el-İsrâ 17/59) mealindeki âyet-i kerîme bunun üzerine nazil oldu. (İbn-i Hanbel, I, 242; Taberî, Tefsir, XV, 108)16
Bununla birlikte Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in zaman zaman mu’cize gösterdiği ve bu sebeple pek çok kimsenin Müslüman olduğu da vâkîdir.
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in İslâm’ı tebliğ ettiği ilk yıllarda bir bedevi gelerek:
– Senin Allah Resûlü olduğunun delîli nedir, dedi. Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Hurma ağacından şu salkımı çağırayım. O benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet edecektir!” dedi ve onu çağırdı. Salkım ağaçtan inmeye başlayıp Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanına düştü:
– Selam senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü, dedi.
Sonra Efendimiz ona:
“– Haydi yerine dön!” diye emredince salkım, döndü ve eski yerine kaynadı.
Bedevi bu manzara karşısında derhal Müslüman oldu. (Tirmizî, Menakıb, 6)
Hem hidâyet hem de îmânın kavîleşmesini intâc eden diğer mu’cizelerden birkaçı da şöyledir:
Müşriklerden birisi Allah Resûlü’ne gelerek:
– Ancak benim ölmüş bulunan kızımı dirilttiğin takdirde Müslüman olurum, dedi.
Kızın mezarı başına gidildi ve Efendimiz’in hitâb etmesi üzerine kız mezardan çıkıp:
– İşte geldim yâ Resûlallâh, dedi.
Allah Resûlü:
“– Yeryüzünde kalıp ana babanla birlikte yaşamak ister misin?” buyurdu.
Bunun üzerine kız:
– Hayır, zira öteki tarafta ana babamdan daha üstün bir çok şeyle karşılaştım, diyerek tekrar mezarına girip kayboldu.
Bu çeşit en az iki mu’cizenin Efendimiz’in hayatında cereyan ettiği bilinmektedir. (Kadı Iyaz, I, 279; Hamîdullâh, I, 125-126)
İmam Bûsirî Kasîde-i Bürdesi’nde şöyle der:
Târife ger zâtını yetse mu’cizeleri
İsmi ihyâ ederdi çürümüş kemikleri
Yine rivâyete göre Resûl-i Ekrem Efendimiz’in amcası Abbas, Bedir esirleri arasında Medine’ye getirilince Efendimiz ona:
“– Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl, Nevfel bin Hâris ve anlaşmalın Utbe bin Amr için fidye öde. Sen servet sâhibi bir kimsesin” buyurdu.
Abbas:
– Yâ Resûlallâh! Ben, Müslümandım, Kureyş beni zorlayarak yola çıkardı! dedi.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Senin Müslümanlığını Allah bilir. Dediğin doğru ise Allah elbette ecrini verir. Lâkin senin durumun görünüşte bizim aleyhimize idi. Dolayısıyla fidyeni ödemen gerekir” buyurdu ve onun yanında bulunan 800 dirhem altına da harp ganimeti olarak el koydu.
Abbas:
– Yâ Resûlallâh! Hiç olmazsa bunu fidye yerine say, dedi.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Hayır! O Allah’ın senden bize nasip ettiği ganimettir” buyurdu.
Abbas:
– Yâ Resûlallâh, demek geri kalan ömrümde beni dilenmeye mecbûr edeceksin, dedi.
Bunun üzerine Allah Resûlü:
“– Ey Abbas! Zevcen Ümmü’l-Fadl’a verdiğin o altınlar ne olacak?” diye sorunca Abbas:
– Hangi altınlar? dedi.
Efendimiz:
“– Hani sen Mekke’den yola çıkacağın gün, yanınızda Allah’tan başka bir kimse bulunmadığı sırada zevcen Ümmü’l-Fadl’a; «Bu seferimde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir musibete uğrarsam şu kadarı senin, şu kadarı Ubeydullah’ın, şu kadarı Fadl’ın, şu kadarı Kusem’in ve şu kadarı da Abdullah’ındır!» dediğin altınlar!” buyurdu.
Bu sözler üzerine hayrette kalan Abbas:
– Bunu sana kim haber verdi, deyince Efendimiz:
“– Allah haber verdi” buyurdu.
Bunun üzerine Abbas:
– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki bunu benden ve Ümmü’l-Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Şüphesiz sen Allah’ın Resûlü’sün, dedi. (Buhârî, Cihâd, 172; İbn-i Hanbel, I, 353; İbn-i Sa’d, IV, 13-15)
Allah Resûlü’nün gösterdiği bu mu’cize Hz. Abbas’ı derinden etkilemiş ve İslâm’la şereflenmesine vesile olmuştu.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in mu’cizesi vesilesiyle gerçekleşen bir diğer hidâyet hâdisesi de şu şekilde cereyan etmiştir:
Hz. Ömer -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Süleym oğullarından bir kimse, büyük bir keler avlayıp Peygamber Efendimiz’e geldi:
– Lat ve Uzzâ’ya yemin ederim ki şu keler inanmadıkça ben de sana îmân etmem, dedi.
Bunun üzerine Allah Resûlü:
“– Ey keler, kime kulluk ediyorsun?” diye sordu.
Keler fasih bir Arapçayla:
– Buyur yâ Resûlallâh, emrine âmâdeyim. Ben semâda Arş’ı, yerde saltanatı, denizde yolu, cennette rahmeti ve cehennemde azabı bulunan Allah’a ibâdet ederim, dedi.
Efendimiz:
“– O halde ben kimim?” deyince keler:
– Sen âlemlerin Rabbı olan Allah’ın resûlüsün, peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtulur; seni yalanlayan mahvolur, diye cevap verdi.
Bunun üzerine o kimse büyük bir aşk ve heyecanla:
– Şehâdet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Sen Allah’ın gerçek peygamberisin. Vallâhi geldiğimde yeryüzünde en nefret ettiğim kimse sen idin. Ama şimdi seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Bâtınımla zâhirimle, bütün âzâlarımla sana inandım, dedi.
Daha sonra dönüp gördüğü mu’cizeyi kavminden bin kişiye anlattı, hepsi de gelip Müslüman oldular. (Heysemî, VIII, 293)
Efendimiz insanların îmâna gelmesi için mucize göstermenin yanında maddî ve manevî yönden zor durumda kalmış ashabı için de mûcizeler göstererek onların îmânlarını kuvvetlendirmiştir.
Hz. Câbir anlatıyor:
Hudeybiye günü halk susadı ve Efendimiz’e geldiler. Resulullah’ın önünde deriden mamul bir su kabı vardı, abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine:
“– Neyiniz var?” diye sordu.
– Yanımızda abdest almaya ve içmeye önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı, dediler.
Allah Resûlü derhal ellerini kaba koydu. Derken parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı pınarların kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik ve abdest aldık.
Hz. Câbir’e:
– O gün kaç kişiydiniz, denildi.
– Eğer yüz bin de olsak su yetecekti, ama biz bin beş yüz kişi idik, cevabını verdi. (Bûhârî, Menâkıb, 25)
Efendimiz’in benzer bir mûcizesini de Ebû Hureyre -radıyallahu anh- şöyle anlatmaktadır:
Biz Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile beraber bir seferde idik. Derken bir ara halkın azığı tükendi. Bineklerinden bazısını kesmek istediler.
Hz. Ömer:
– Ey Allah’ın Resulü! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da sen onlar üzerine -bereketlenmeleri için- dua ediversen daha iyi olmaz mı, dedi.
Efendimiz de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması olan hurmasını, (hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini getirdi.
– Çekirdekle ne yapıyorlardı? diye sorulunca Ebû Hureyre:
– Halk onu emiyor, üzerine de su içiyordu, dedi ve devâm etti:
Resulullah dua buyurdu. Yiyecekler öylesine bereketlendi ki herkes azık kaplarını doldurdu. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu ilahî ikram karşısında:
“– Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve ben O’nun Resûlü’yüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allah’a kavuşan kimse cennete gidecektir” buyurdu. (Müslim İman, 44)
Görüldüğü üzere Resûlullâh -sallallâhü aleyhi ve sellem-, tebliğ ve dâvette muhatabın gönlünü ve ruhunu mânen tesir altında bırakarak İslâm’a ısınmasını sağlamak maksadıyla mu’cizeler göstermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu neviden gösterdiği mu’cizeler pek çoktur. Biz sâdece örnek olması bakımından bir kaçına yer verdik. Ancak Peygamberimiz bu tür mu’cizeleri, kendi insiyatifi ile değil tamamen Allah’ın izni ve yardımıyla gerçekleştirmiştir.