“Ehlinizin yanına dönünüz ve aralarında
bulununuz. Onlara gerekli bilgileri
öğretiniz, söylenecek şeyleri söyleyiniz.”
Buhârî, Ezân, 18
Medine döneminin son yıllarında İslâm, civar beldelerde tanınıp bilindikten sonra kabileler akın akın Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmaya başladılar. Bu heyetlerin muhtelif maksat ve talepleri oluyordu:
1) Kabile ve kavimlerinin Müslüman olduklarını bildirmek ve onlar adına bey’at etmek,
2) İslâm’ın ahkâmını öğrenmek ve döndüklerinde kabilelerine anlatmak,
3) İslâm’ı tebliğ edecek ve öğretecek muallimler istemek,
4) İslâm dinini kabul etmemekle beraber, cizye vererek İslâm idaresine girmek ve anlaşma imzalamak,
5) Resûlullâh ile dinî ve ilmî müzâkerelerde bulunmak,
6) İslâm devletinin ve Resûlullâh’ın durumunu öğrenmek.
Bunlardan misal kabilinden sâdece birkaçını kaydetmek yeterli olacaktır.
Efendimiz’e gelen heyetlerden biri Tayy kabilesine aitti. Medine’ye geldikleri zaman, Peygamberimiz Mescidde idi, hemen yanına vardılar. Efendimiz onlara bakıp:
“– Ben, size hiçbir yararı bulunmayan ve tapmakta olduğunuz Uzzâ’dan daha hayırlısını tavsiye ederim” buyurdu.
Zeydü’l-Hayl:
– Yâ Resûlallâh! Ben sana dokuz konaklık yerden hayvanımı yorarak geldim. Gecelerim uykusuz, gündüzlerim susuz geçti, dedi.
Allah Resûlü:
“– Seni yamaçlardan ve düzlerden buraya kadar getiren, kalbini îmâna yaklaştıran Allah’a hamdolsun” buyurdu ve Zeyd’in elini avucunun içine alıp:
“– Sen kimsin, ismin nedir?” diye sordu.
Zeyd:
– Ben Zeydü’l-Hayl’im. Şehâdet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Sen de O’nun kulu ve resûlüsün, dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“– Sen Zeydü’l-Hayl değil, Zeydü’l-Hayr’sın!” buyurdu.
Peygamberimiz Tayy temsilcilerine İslâm’ı anlatıp Müslüman olmalarını teklif edince, onlar da hemen Müslüman oldular. (İbn-i Hişâm, IV, 245; İbn-i Sa’d, I, 321)
Yemen halkından Sa’d-ı Hüzeym temsilcileri ise Müslümanlığı kabul etmiş olup beyat etmek ve İslâm’ın ahkâmını öğrenmek üzere gelmişlerdi. İçlerinden Ebû Numan şöyle anlatıyor:
– Kavmimden birkaç kişinin başında Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gitmek üzere yola çıktık. Mescidin kapısına vardığımızda Resûlullah’ı cenaze namazı kıldırırken görünce geride bekledik. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz namazı kıldırıp dönünce bize bakıp:
“– Siz kimsiniz?” diye sordu.
– Sad-ı Hüzeym oğullarındanız, dedik.
Efendimiz:
“– Siz Müslüman mısınız?” dedi.
– Evet, dedik. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Kardeşinizin cenâze namazını kılmadınız mı?” diye sordu.
– Yâ Resûlallâh! Sana bey’at edinceye kadar bunun bize câiz olmayacağını sanıyorduk, dedik.
Bu kez Allah Resûlü:
“– Siz, nerede Müslüman olursanız olun, Müslümansınız!” buyurdu.
– Bey’at ettik, sonra konak yerimize döndük. Resûlullah misâfir edilmemiz ve ağırlanmamız için emir verdi. Medine’de üç gün oturduktan sonra, vedâlaşmak üzere Efendimiz’in yanına vardık. Döneceğimiz sırada Allah Resûlü Bilâl’e emretti. O da her birimize hediye olarak birçok gümüş verdi. Böylece kavmimizin yanına döndük. (İbn-i Kayyım, III, 652-653; İbn-i Sa’d, I, 329-330)
Gelen heyetlerin İslâm’ı Resûlullâh Efendimiz’den bizzat öğrenip hemen dönerek kabilelerine anlatmalarına güzel bir örnek de Benî Tücîblilerdir. Bunlardan on üç kişilik bir heyet, Efendimiz’in yanına geldiler. Zekât mallarını da yanlarında getirmişlerdi. Onların bu tavırları Peygamberimiz’in pek hoşuna gitti. Hey’ete:
“– Hoş geldiniz!” buyurdu. Bilal-i Habeşî’ye onları en iyi bir şekilde ağırlamasını emretti.
Benî Tücîb heyeti:
– Yâ Resûlallâh! mallarımız içindeki Allah’ın hakkını sana getirdik, dediler.
Allah Resûlü:
“– Onları geri götürüp fakirlerinize dağıtınız” buyurdu.
Benî Tücîb heyeti:
– Yâ Resûlallâh! Biz, ancak fakirlerimizden artmış olanını sana getirdik, dedi.
Hz. Ebû Bekir:
– Yâ Resûlallâh! Arap heyetleri içinde, doğrusu şu Tücîb heyeti gibisi yoktur, dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“– Hidâyet Yüce Allah’ın elindedir. Allah, hayrını dilediği kimsenin kalbini îmâna açar!” buyurdu.
Tücîb heyeti, Peygamberimiz’e Kur’ân’dan ve Sünnet’ten birtakım hususlar sordular. Sordukları şeylerin cevapları yazılarak kendilerine verildi. Bu gayretleri sebebiyle Efendimiz’in onlara rağbeti ve alâkası arttı. Benî Tücîb heyeti, birkaç gün kaldıktan sonra gitmek istediler. Kendilerine:
– Niçin acele ediyorsunuz, denildi.
– Geride kalan kavmimizin yanına dönüp Resûlullah’tan gördüklerimizi, kendisinden sorup öğrendiklerimizi onlara anlatacağız, dediler.
Sevgili Peygamberimiz’in yanına gelip vedâlaştılar. Efendimiz onlara Bilal-i Habeşî’yi gönderdi. Hediyelerinin verilmesini emretti, diğer heyetlere verilenden daha çok ihsânda bulunulmasını söyledi. (İbn-i Sa’d, I, 323; İbn-i Kayyım, III, 650-651)
Görüldüğü üzere Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kur’ân’ı ve İslâm’ı öğrenmeye rağbet ve iştiyak içinde olanlara daha çok alaka göstermiştir. Buna benzer şekilde meselâ bir heyetten Kur’ân’ı daha çok öğrenmiş olan ve gayret gösteren birini, yaşça küçük olmasına rağmen onlara başkan tayin etmiştir. (İbn-i Sa’d, V, 508; İbn-i Hişâm, IV, 185; İbn-i Hanbel, IV, 218)
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Medine’ye gelen heyetlerle fevkalâde dikkatli ve nâzik bir şekilde ilgilenmiştir. Onlara karşı, hep değer verici ve iltifat edici bir üslûp kullanmıştır. Onun, gelen heyetlere karşı nâzik davranmansı, problemleri ile yakından alakadar olması, İslâm’ın her tarafta duyulmasına ve her açıdan hüsn-i kabul görmesine sebep olmuştur.
Heyetler, bir topluluğun temsilcisi olarak geldikleri için, onlara karşı çok dikkatli davranılması, ilgi gösterilmesi gerekmektedir. Zira onların memnuniyeti, temsil ettikleri kimselerin memnuniyetini artıracağı gibi memnûniyetsizlikleri de yine temsil ettikleri toplumun İslâm’dan uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. Bu sebeple Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tâkip ettiği esaslar, bütün çağlar boyunca geçerlidir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, gelen heyetlerle görüşmek için mescidinde “Üstüvânetü’l-Vüfûd: Elçiler Sütunu” diye anılan bir yer belirlemişti. Efendimiz misafirleri karşılayacağı zaman güzel ve temiz elbiseler giyerdi. Kabul merâsiminde kendi yanında yer alacak kişilerin de aynı şekilde giyinmelerini emrederdi. Mesela Kinde heyeti geldiği zaman Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali ile birlikte Yemen mâmülü kıymetli elbiseler giymişti. (İbn-i Sa’d, IV, 346)
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, gelen heyetlerle ilgilenecek teşrifatçı memurlar görevlendirmekteydi. Bunlar heyetlerin gelişini Peygamber Efendimiz’e haber veriyorlar, elçileri karşılayıp Allah Resûlü’nü nasıl selâmlayacaklarını ve huzurunda nasıl davranacaklarını öğretiyorlardı. Hz. Ebû Bekir de teşrîfât işlerinden sorumluydu. Misafirlerin hizmetlerini Efendimiz’in hizmetçisi Sevbân yapar, Bilâl de yemek işlerini organize ederdi. Heyetlere bazen ekmekle et, bazen ekmekle süt ikram edilirdi. (Kettânî, I, 348)
Peygamber Efendimiz, huzuruna çıkan elçilerin hal ve hatırlarını sorar, bulundukları bölgelerin durumu hakkında bilgi alır, taleplerini dinler, sorularını cevaplar ve meselelerini hallederdi. (Nesâî, Umre, 5) Çoğu kez gelenlere iltifatlar eder, bazı hizmet ve ikramları bizzat kendisi yapardı. Mesela gelen bir heyete bizzat hizmet etmeye başlamıştı. Ashâb-ı kiram:
– Yâ Resûlallâh! Anamız babamız sana kurban olsun. Bırakın da bunları biz yapalım, diye ricada bulunduklarında:
“– Bunlar bizim ashâbımıza hizmet etmişlerdi. Buna karşılık onları mükafatlandırmak istiyorum” buyurarak hizmete devam etti. (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 518; VII, 436)
Sabah akşam ne zaman müsait olursa gidip heyettekilerle görüşür, uzun uzun konuşurdu. Hattâ Sakîf heyetiyle mûtat olarak her yatsı sonu buluşan Peygamberimiz, bir keresinde ayakta konuşmaları bir hayli uzadığı için zaman zaman vücûdunun yükünü bir ayağına bindirerek diğerini dinlendirme ihtiyâcı hissetmişti. (Ebû Dâvûd, Ramazan, 9)
Resûlullah Efendimiz elçi ve misâfirlere son derece mütevâzi davranır, gayet samimi ve cana yakın bir muâmelede bulunurdu. Kabile mensupları farklı bir lehçe kullanıyorsa Peygamberimiz onlara kendi lehçeleriyle hitap ederdi. Diplomatik görüşmelerin îcâbı olan aşırı resmiyet ve donukluk, Peygamberimiz’in söz ve davranışlarında yoktu. (İbn-i Hanbel, IV, 9, 343)
Heyetler dönerlerken Peygamberimiz onlardan, burada öğrendikleri şeyleri memleketlerinde öğretmelerini isterdi. (Nesâi, Ezan, 8)
Peygamber Efendimiz, heyetlerin Medine’de bir müddet kalarak Kur’ân-ı Kerîm’i ve dînî esasları öğrenmelerini, bizzat kendisinin tatbikatını müşâhede ederek İslâm’ı anlamalarını sağlamaya gayret göstermiştir. Meselâ Abdülkays heyeti geldiği zaman Ensâr’dan, onları misafir etmelerini ve ikramda bulunmalarını istemişti. Bu arada gerekli dini malumatı öğretmelerini, namaz için lüzumlu sûreleri ezberletmelerini tenbihlemişti. Sabahleyin geldiklerinde hâl ve hatırlarını, Ensâr’ın ilgisinden memnun olup olmadıklarını sordu. Onlar da memnuniyetlerini ifade ettiler. Ashâbın gayreti ve Abdülkays’lıların öğrenme azminden son derece memnun kalan Peygamber Efendimiz, onlarla tek tek ilgilenerek ezberledikleri Tahiyyât’ı, Fâtiha’yı, diğer sûreleri ve öğrendikleri sünnetleri bizzat kendisi kontrol etti. (Ahmed, III, 432; IV, 206)
Medine’de bu şekilde on gün veya daha fazla kalan heyetler için özel misafirhaneler de tahsis edilmişti. Abdurrahman bin Avf’ın evi bu maksatla kullanılıyordu. Ramle bint-i el-Hâris’in hurmalıklar arasında inşa edilmiş geniş ve güzel evinin de bu işler için tahsis edildiği kaydedilmektedir. (Ebû Dâvûd, Ramazan, 9; Kettânî, I, 347)
Peygamber Efendimiz’in uyguladığı bu metot ve esaslar, insan gerçeğini ve fıtratını esas alan evrensel prensiplerdir. Tebliğ ve dâvet faaliyetlerinde bu esaslardan istifade edilmesi gerekmektedir.