F. KOLAYLAŞTIRIP ZORLAŞTIRMAMASI

“Allah, sizden ağır teklifleri hafifletmek istiyor.

Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.”

en-Nisâ 4/28

Kıyâmete kadar yegâne hak din olarak devam edecek İslâm’ı, bütün zaman ve mekânlarda insanlara ulaştıracak ve emirlerini onlara duyuracak tebliğcilerin, bilmesi ve uyması gereken esaslardan biri de kolaylaştırmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamber Efendimiz’in hadislerinde, dinin kolaylık olduğu birçok defâ hatırlatılmaktadır. Bunun sayısız hikmetleri vardır. Çünkü dinin tebliği ve insanların İslâm’ı kabul etmesinde kolaylık prensibi esastır. Bu, aynı zamanda hayatın bütün alanlarında geçerli bir düstûrdur.

İnsan psikolojisi kolaya meyyâldir ve bir şeye yavaş yavaş alıştıktan sonra onu kabûle müsâit hâle gelir. Karşılaşılan ağır bir teklif, meselenin tamamını inkâra yol açabilir. Bu sebeple meşrû sınırlar dâhilinde insanlar için en kolay olanını tercih etmek, kolaydan zora, esastan teferruâta, bilinenden bilinmeyene doğru zamanla ilerleyen bir tedrîcî metoda sâhip olmak gerekir. Çünkü insanlar çok farklı karakter ve yapılara sâhiptirler. Onların en zayıfını dikkate almak ve herkesin yapabileceği şekilde hareket etmek lâzımdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (el-Bakara 2/185)

“O sizi seçti ve dinde sizin için bir zorluk da kılmadı.” (el-Hacc 22/78)

İnşirah sûresi nâzil olduğunda Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Cenâb-ı Hakk’ın bir zorluğa karşılık iki kolaylık takdir buyurmasına çok sevinmiş, son derece mesrûr ve mütebessim bir şekilde  ve:

“– Bir zorluk iki kolaylığa aslâ gâlip gelemez. Çünkü «Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.» (el-İnşirah, 5-6) buyurarak ashâbının yanına çıkmıştır.10 (Hakim, II, 575)

Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- hayatı boyunca da Allah Teâlâ’nın kullarına olan bu merhametini en iyi şekilde tatbik edilmiştir. Nitekim bir hadîs-i şerîfinde:

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 11)

Efendimiz, insanlarla münâsebetlerin kolayca sağlanabilmesi için:

“Biz, insanlara akılları ölçüsünde konuşmakla emrolunduk” (Deylemî, I, 398/1611; Ali el-Müttakî, X, 242) buyurarak onları zorlayacak şekilde konuşmayı ve davranmayı uygun görmemiştir.

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- şöyle bir hâdise nakleder:

Bedevînin biri Mescid-i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu. Sahâbîler onu azarlamaya kalkıştı.

Bunun üzerine Allah Resûlü:

“– Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil” buyurdu. (Buhârî, Vudû’ 58; Edeb, 80)

Herkesin kolaylıkla kızabileceği bir durumda Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bedevînin önceki alışkanlıklarını göz önünde bulundurarak hoşgörülü, kolaylaştırıcı bir tavır takınmış ve bütün ümmetinin de bu şekilde hareket etmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Peygamber Efendimiz kendisinin kolaylaştırıcı bir kimse olduğunu sık sık ifâde ederdi. Bunlardan birisi de hanımlarından bir ay ayrı kaldığı “îlâ” hâdisesinde sâdır olmuştur. Hanımlarını, Allah ve Resûlü ile dünyâ ve dünyâlığı tercih etme arasında serbest bırakmış, âileleri ile istişâre etmelerini söylemişti. Bu durumu ilk defâ Âişe vâlidemize açtığında, o hemen:

– Yani  sizi tercih  meselesinde mi âilemle istişâre edeceğim? Asla! Ben Allah’ı, Resulü’nü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Fakat senden, ricâm benim bu tercihimi hanımlarından hiçbirine haber vermemendir! dedi.

Âişe vâlidemizin bu tercihinden son derece sevinç duyan Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Onlardan biri soracak olursa hemen söylerim. Zira Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi!” buyurdu. (Müslim, Talâk, 29)

Cenâb-ı Hak kullarının kendi katında takva ile şeref kazanacağını, birbirlerine olan üstünlüklerinin ancak bu vasıfla mümkün olabileceğini bildirmiştir. Buna rağmen takvâda bile kulların tâkatları nisbetinde hareket etmelerini tavsiye buyurarak onlara olan hudutsuz merhametini ızhâr etmiştir. Âyet-i celîlede şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ’ya karşı gücünüz yettiği kadar takvâ sâhibi olun.” (et-Teğâbün 64/16)

Burada; “Ey îmân edenler! Allah Teâlâ’ya karşı nasıl takvâlı olmak gerekiyorsa öylece takvâ sâhibi olun.” (Âl-i İmrân 3/102) âyetine göre büyük bir tahfif ve kolaylaştırma mevzubahistir.

Efendimiz de, bey’at alırken ashâbı umûmî olarak konuştuklarında, onlara olan merhametinden hemen araya girerek, güçlerinin yettiği kadar yapmalarını söyler ve hayatları boyunca istifâde edecekleri bir kolaylık sağlardı. (Buhârî, Ahkâm, 43; Müslim, İmâre, 90)

Bunun güzel bir misâlini Ümeyme bint-i Rukayka -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

 Ensâr’dan bir grup kadınla Peygamber -aleyhisselâm-’a gelip:

– Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, hiçbir zaman iftira atmamak, meşrû emirlerinde sana isyan etmemek üzere bey’at ediyoruz, deyince Efendimiz hemen:

“– Gücünüz yettiği ve tâkat getirebileceğiniz husûslarda!” buyurdu.

Bu şefkât ve merhamet yüklü sözü üzerine biz:

– Allah ve Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi bey’at edelim, dedik.

Kadınlar, bey’atı musâfaha ederek yapmak istediler. Ancak Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Ben kadınlarla musâfaha etmem! Benim yüz kadına toptan söylediğim bir söz, her kadın için ayrı ayrı söylenmiş sayılır” buyurdu. (Muvatta, Bey’at, 2; Tirmizî, Siyer, 37)

Resûl-i Ekrem Efendimiz ibâdetlerde dahî zor olanı değil, orta yolu tâkip etmeyi ister ve:

“İbadetleri gücünüz yettiği kadar yapınız!” buyururdu. (Buhârî, Îmân, 32) Bu sebeple de ashâbından böyle davranmayanları bir çok defâ uyarmak mecbûriyetinde kalmıştır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- kavmine imamlık yapardı. Bir gece namaz kıldırırken Bakara sûresini okumaya başladı. Bir adam selam vererek cemaatten ayrıldı, namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama:

– Ey filan, nifak mı çıkarıyorsun? dediler. O:

– Vallâhi hayır, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gidip (Muâz’ın yaptığını) haber vereceğim, dedi.

Efendimiz’in yanına vardığında:

– Ey Allah’ın Resûlü, biz develerle su taşıyan insanlarız. Gündüzleri çalışıyoruz. Muâz bize gelip Bakara sûresi ile namaz kıldırmaya başladı, dedi.

Resûlullâh Efendimiz, Hz. Muâz’a yöneldi ve:

“– Ey Muâz, sen fitneci misin? Veşşemsi’yi, Vedduhâ’yı, Velleyli izâ yeğşa’yı, Sebbihisme Rabbikel-a’lâ’yı oku!” buyurarak ona kısa sûreleri okumasını tavsiye etti. (Müslim, Salât, 178; Buhârî, Ezân, 60, 63, 66)

İnsanları zor durumda bırakacak bir uygulama, ibâdet bile olsa Allah Resûlü’nün hoşuna gitmezdi. Bu sebeple de halkı cemaatten soğutacak bu tür davranışları men etmiştir. Bunun aksine yumuşak huylu olup insanlara kolaylık gösterenlere ise cehennemden kurtuluşu va’detmiştir:

“Cehennemin kimi yakmayacağını size haber vereyim mi? Cana yakın olan, herkesle iyi geçinen, yumuşak başlı olup insanlara kolaylık gösteren kimseleri cehennem yakmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 45)

Görüldüğü üzere sevgi, şefkât ve merhamet dîni İslâm, insanların hayrını istemekte ve iyiliklere ısınıp alışabilmeleri için kendi seviyelerine uygun, en kolay yolları göstermektedir. Durum böyle iken İslâm’ın hakîkatini anlamaktan uzak kimselerin, yanlış telâkkî ve anlayışlarla dini zorlaştırmaları ve insanları, İslâm’dan nefret ettirmeleri aslâ tasvib edilecek bir durum değildir. Bu hataya düşenler büyük bir vebal altına girmiş olurlar. Ancak gösterilen kolaylıklar insanları ihmâlkârlığa ve tembelliğe sevkedecek tarzda da olmamalıdır. Kolaylaştırma adı altında Allah’ın emirlerinden hiçbir zaman tâviz verilmemelidir.

Bookmark the permalink.

Comments are closed