Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir muhabbet, şefkat ve merhamet ummanıdır. O, öyle bir şahsiyettir ki insanlık için serâpâ bir rahmetten ibarettir. Cenâb-ı Hak, Habîbi’ni takdim ettiği âyet-i kerîmelerden birinde mü’minlere karşı şefkat ve merhametle dolu olduğunu şöyle beyân buyurmaktadır:
“Andolsun ki size kendi içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)dir.” (et-Tevbe 9/128)
Peygamber Efendimiz, insanlarla kolay ülfet eden, onların hallerini ve içinde bulundukları durumu hemen kavrayan ve onları hoş tutan bir ahlâkî vasfa sahipti. Edra es-Sülemî -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hâdise oldukça hissiyat doludur:
Bir gece Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i muhafaza etmek için nöbet tutmak üzere gelmiştim. O sırada yüksek sesle Kur’ân okuyan bir adam peydah oldu. Bir müddet sonra Peygamberimiz -aleyhisselâm- dışarı çıktı. Ona:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bu adam riyakârdır, dedim.
Bu adam bir müddet sonra Medine’de vefat etti. Ashâb-ı kiram, defin için gerekli hazırlıkları ve tekfin işini tamamladılar, tabutunu taşıdılar. Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Ona rıfkla muamele edin, Allah Teâlâ ona rıfkla muamele etti. Çünkü o, Allah ve Resûlü’nü severdi” buyurdu.
Sonra onun kabrini kazdırdı ve:
“– Kabrini geniş tutun, (çünkü) Allah ona bol bol lutuf ve ihsanda bulundu” buyurdu.
Ashâb-ı kiramdan biri:
– Ey Allah’ın Resûlü! Siz bu zatın vefâtına çok üzüldünüz, deyince Sevgili Peygamberimiz:
“– Evet üzüldüm. Çünkü o Allah ve Resûlü’nü seviyordu” buyurdu. (İbn-i Mâce, Cenâiz, 41)
Fahr-i Kâinât Efendimiz, bütün ashâbını sevmekte, onları kıskançlığa sevkedecek hareketlerden uzak durmaktaydı. Onun muhabbeti o kadar engindi ki bütün insanlar, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in kendisini herkesten çok sevdiği düşüncesini taşımaktaydı. O, muhabbet harcıyla insanları birbirine kenetler, aralarında sağlam bir denge unsuru olurdu. Kâ’b bin Ucre -radıyallâhu anh- şu ibret verici hâdiseyi anlatmaktadır:
Birgün Mescid-i Saâdet’te Allah Rasûlü’nün huzurunda oturuyorduk. Ensâr’dan, Muhâcirlerden ve Haşim oğlullarından birer grup vardı.
– Resûl-i Ekrem Efendimiz hangimizi daha çok seviyor? diye iddiaya tutuştuk.
Biz Ensâr cemaati:
– Biz Allah Resûlü’ne imân ettik, ona tâbi olduk, düşmanlarına karşı yanında savaştık. Bunun için Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bizi daha çok sever, dedik.
Muhâcir kardeşlerimiz de:
– Bizler Allah ve Resûl’ü uğrunda hicret ettik, bu yolda evlad ve iyâlimizi terkettik, mallarımızdan vazgeçtik, sizlerin bulunduğu harblerde bizlerde bulunduk, katıldığınız savaşlara bizlerde katıldık. Bunun için Allah Resûlü bizi daha çok sever, dediler.
Haşim oğullarından olan kardeşlerimiz de:
– Bizler Peygamber Efendimiz’in yakınlarıyız, sizlerin bulunduğunuz yerlerde bizlerde bulunduk. Bu sebepten Efendimiz bizi daha çok sever, dediler.
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanımıza geldi, bizlere dönerek:
“– Sizler bir şeyler söylüyordunuz, nedir onlar!?” buyurdu.
Biz de söylediklerimizi tekrarladık. Bunun üzerine Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Doğru söylemişsiniz! Kim bunun aksini iddia edebilir?” buyurdu.
Muhacir kardeşlerimizin söylediklerini de haber verdik. Efendimiz:
“– Onlar da doğruyu söylemişler, kim bunun aksini iddia edebilir?” buyurdu.
Sonra Haşim oğullarının söylediklerini bildirdik. Bunun üzerine:
“– Onlar da hakikati ifade etmişler, kim bunun aksini iddia edebilir?” buyurduktan sonra:
“– Aranızda hüküm vermemi istermisiniz?” diye sordu.
– Tabiî ya Resûlallah! Babalarımız, analarımız sana fedâ olsun, dedik.
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Sizler ey Ensâr cemaati! Ben sizin kardeşinizim” buyurdu.
Ensâr:
– Allahü ekber! Kâbe’nin Rabbine and olsun ki onu biz kazandık, dediler.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Ey Muhacir cemaati! Ben sizlerdenim” buyurdu.
Muhacirler:
– Allahü ekber! Kâbe’nin Rabbine and olsun ki onu biz kazandık, dediler.
Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Ey Hâşim oğulları! Sizlere gelince, sizler bendensiniz ve bana geldiniz” buyurdu.
Haşim oğlulları:
– Allahü ekber! Kâbe’nin Rabbine and olsun ki onu biz kazandık, dediler.
Hepimiz hoşnut olarak kalktık. Her bir grup Allah Rasûlü’nün iltifatıyla mutehassis olmuştu. (Heysemî, X, 14)