Kıl tevbe seyyiâtına gözler kapanmadan
Vaktiyle gör hisâbını defter kapanmadan
Bursalı Mustafa Huldî
Allah Resûlü’nün vazîfesi, insanlara hakîkatleri öğreterek onları cennetle müjdelemek ve cehennem azâbından sakındırmaktır. O, cennet müjdesi ile Allah’ın emirlerine boyun eğmeyen kimseleri, azâb ile korkutarak İslâm’a dâvet etmiştir. Çünkü korku unsuru insan üzerinde daha etkilidir. Bu sebeple müjde ile doğru yola gelmeyen, hevâlarına uymuş kimseler için son çâre azab ile korkutmaktır. Bu ikisini dengeli olarak sürdürmeli, hiçbir zaman tek taraflı hareket etmemelidir. Zira hedef, herbir insanı ilâhî azaba uğramaktan kurtarmaktır.
Allah Teâlâ, dünyada imtihanı kaybeden insanlar için âhirette büyük bir azâb hazırlamıştır. Bütün insanların bu hakîkatten haberdâr edilmeleri, dünyanın imtihan mahalli olmasının bir gereğidir. Bile bile hatâda ısrar edenler ise yaptıklarının netîcesine katlanmak zorunda kalacaklardır.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın emri ile yakın akrabalarından başlayarak bütün insanları ilâhî azâba karşı uyarmıştır. Hâşimoğulları’nı çağırdığında onlara şöyle hitâb etmişti:
“– Siz, kıyâmet günü iyi amellerinizle değil de dünyayı boyunlarınıza yüklenmiş olduğunuz hâlde gelirseniz, ben sizden yüz çeviririm. O zaman siz bana; «Yâ Muhammed!» dersiniz. Ben ise, şöyle yaparım” buyurdu.
Allah Resûlü “Şöyle yaparım” buyururken, yüzünü onlardan başka tarafa çevirdi ve bunu iki kez tekrar etti. (İbn-i İshak, III, 128; Ya’kûbî, II, 27)
Allah’ın Elçisi, akrabalarına kıyâmetin dehşetini bu şekilde anlatmış, îmân etmedikleri takdirde başlarına gelecek ilâhî azâbı haber vermiş ve kâfir olarak ölenlere o gün hiçbir şekilde yardım edemeyeceğini bildirmiştir.
Hz. Hamza’nın Müslüman olmasında da aynı durumu görmekteyiz. Hamza -radıyallâhu anh- îmân etme husûsunda bir çok tereddüdler yaşayıp geceyi uykusuz geçirdikten sonra sabah erkenden Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. Uykusunu kaçıran şüphe ve tereddütleri ona bir bir anlattı:
– Ey kardeşimin oğlu! Ben öyle bir çâresizlik içine düştüm ki çıkış yolu bulamıyorum. Ne olur bana bir şeyler söyle, bir çıkış yolu göster, dedi. Bunun üzerine Efendimiz ona va’z u nasihatta bulundu. Âhiret azâbını ve nimetlerini anlatarak onu azab ile korkuttu ve cennet ile sevindirdi. Efendimiz’in bu nasihatleri sonucunda, Hz. Hamza îmân etti ve yakîne erişti. (Hâkim, III, 213; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 84)
Hz. Mevlânâ peygamberlerin, insanları tehlikelere karşı uyarmalarını şu güzel misalle anlatmaktadır:
“Peygamberler dediler ki; tehlikeli bir yerde yatıp uyumuş olsan, bir ejderha da baş ucundan sana doğru gelmeye başlasa; seni seven, sana acıyan biri de, «Çabuk kalk, yoksa ejderha yutacak.» diye seni uyandırsa sen ona; «Neden kötüye yoruyorsun?» der misin? Yormak da ne? Kalk da ne olduğunu apaçık gör. Ben seni kötü yollara düşmekten alıkoyuyor, kurtarıyorum da selâmet sarayına götürüyorum.
Peygamber gizli şeyleri bilir, bu yüzden o dünya halkının görmediği şeyleri görmüştür. Eğer bir hekim sana: «Koruk yeme, onun yenmesi seni rahatsız eder, hastalık getirir» derse, sen ona; «Neden rahatsız eder?» deyip sana öğüt vereni suçlar mısın?” (Mesnevî, c. III, beyt: 2955-2962)
Mü’minlerin, peygamberlerin merhametten kaynaklanan bu uyarılarını dikkate almaları, dünyaya dalarak âhireti unutmamaları gerekir. Yûnus Emre hazretleri de kıyâmeti unutarak dünyâya dalan, sırf maddî hazlarını düşünen ve bedenini beslemekten başka bir kaygısı olmayan kimselere şöyle seslenmektedir:
Nice bir besleyesin
Bu kadd ile kâmeti
Düştün dünya zevkine
Unuttun kıyâmeti.
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- yirmi üç senelik tebliğ hayâtı boyunca karşılaştığı her insanı Allah’ın rahmeti ve cenneti ile müjdelemiş, azâbı ve cehennemi ile de korkutmuştur. İnsanların ateş çukuruna yuvarlanıp gitmemeleri için çırpınmış, her bir insanı, ısrarla ateşe atılmak için direnmelerine rağmen, tek tek kurtarmaya çalışmıştır. Birgün ashâbını uyararak meselenin ciddiyetini şöyle anlatmıştı:
“Allah Teâlâ hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibrîl’e:
– Git ona bir bak! buyurdu. O da gidip cennete baktı ve:
– Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun, işitip de ona girmeyen kalmayacak! dedi.
(Allah Teâlâ) cennetin etrafını nefsin hoşlanmayacağı şeylerle çevirdi. Sonra:
– Hele git ona bir daha bak! buyurdu.
Cebrâil gidip bir daha baktı. Sonra da:
– Korkarım, ona hiç kimse giremeyecek! dedi.
Cehennemi yaratınca, Cebrâil’e yine:
– Git, bir de şuna bak! buyurdu.
O da gidip baktı ve:
– İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir! dedi.
Allah Teâlâ onun etrafını nefsin arzu edeceği şeylerle kuşattı. Sonra da:
– Git ona bir kere daha bak! dedi.
O da gidip baktı. Döndüğü zaman:
– İzzetine yemin olsun, tek bir kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorm! dedi.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 21-22; Tirmizî, Cennet, 21)
Burada Resûlullâh Efendimiz, insanları ümitsizliğe sevketmek gâyesiyle değil, bilakis mükâfât ve mücâzâtın ciddiyetine dikkat çekmek üzere bu hakîkati gözler önüne sermiştir.
Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, İslâm’ın yasakladığı işleri yapan kimseleri de cehennem âzâbıyla korkutmuştur. Bunlardan biri şöyledir:
“Mîrac gecesinde, tırnakları bakırdan olan bir kavme uğradım. Yüzlerini tırmalıyorlardı.
– Ey Cebrâil, bunlar da kim? diye sordum.
– Gıybet ederek insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını pâyimal eden (ayaklar altına alan)lardır, dedi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Haksız olarak başkasının malından almak isteyenler için de şöyle buyurmuştur:
“Kim (başkasının) arazisine bir karış tecavüz ederse gasbettiği kısım, yedi kat yerin dibine kadar boynuna dolandırılarak cezalandırılır.” (Buhârî, Mezâlim, 13)
Müjdeci ve uyarıcı olan Sevgili Peygamberimiz, vefâtlarından önce mü’minlere son defâ hitâb ediyor ve onlara son hatırlatmalarda bulunuyordu. Bir ara sözü kul hakkına getirerek:
“– Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvây olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafiftir” buyurdu. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözü üzerine insanlardan bir kısmı önceden yapmış oldukları bazı haksızlık ve hatâları îtirâf ederek Allah Resûlü’nden duâ ve istiğfâr talebinde bulunmaya başladılar. Bir müddet sonra bir kimse de ayağa kalkıp:
– Vallâhi yâ Rasûlallâh, ben de çok yalancıyım hem de münâfığım. Benim işlemediğim hiçbir kötülük yoktur, dedi.
Hz. Ömer ona:
– Be adam, kendini rezil ve rüsvây ettin, dedi.
Sevgili Peygamberimiz:
“– Ey İbn-i Hattâb! Dünya rüsvâlığı ahiret rüsvâlığından çok hafiftir!” buyurarak, bu vesîle ile orada bulunan mü’minleri âhiretin dehşetine karşı uyarmış, orada rezil olmamak için dikkatli davranmalarını ihtâr etmiştir.
Daha sonra da bu kişi için:
“Ey Allah’ım! Ona doğru sözlülük ve imân olgunluğu nasip et. Kendisinin kötü işlerini hayra çevir!” diyerek hayır duâda bulunmuştur. (Taberî, Târih, III, 190)
Allah Resûlü aynı şekilde ibâdetlere fazla önem vermeyen ve onların edâsında titizlik göstermeyen kimseleri de uyarmıştır. Hz. Ali’nin bildirdiğine göre Efendimiz:
“Kim, (cünüplükten temizlenirken) tek bir saç kılının dibini yıkamadan kuru bırakırsa, ateşte nice nice azâblara dûçar olacaktır” buyurmuştur.
Bu îkâzı nakleden Ali -kerremallâhu vecheh- üç defâ tekrâr ederek:
– Bu sebeple başıma düşman oldum, demiş ve bundan sonra, diplerinin kuru kalmasından korktuğu için saçlarını hep kestirmiştir. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 97)
İnsanın hayâtında istikâmeti yakalayabilmesi, büyük ölçüde âhiret inancının kuvvetine bağlıdır. Âhirete yakînî olarak inanan bir kimsenin yanlış hareketler yapması düşünülemez. Zira insan ekseriyetle korkularını ve korktuğu şeyleri nazar-ı itibara alarak hayatını tanzim eder. Bunlar içinde de âhiret hesâbından ve ilâhî azabdan korkmak birinci sırayı almalıdır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, insanları şirk bataklığından kurtarmak için Kur’ân-ı Kerîm’de âhiret inancına ve kıyâmet ahvâline çokça yer vermiştir.
Buraya kadar tebliğ ve dâvette tâkip edilmesi gereken bâzı usûl ve kâidelerden bahsettik. Mâlumdur ki bir iş yaparken onun usûl ve kâidelerine riâyet edildiğinde, netîceye daha çabuk varmak mümkündür. Bir usûl tâkip edilmediğinde ise hedefe vâsıl olmak çok zordur. Bunu ifâde etmek üzere büyüklerimiz “Vusulsüzlük usulsüzlüktendir” demişlerdir. Dünyada mü’minlerin ulaşması gereken en mühim gâyelerden biri de şüphesiz, îmânı ve Allah’a muhabbeti gönüllere yerleştirebilmektir. Fidanın toprağa dikilmesi veya taşın duvara konması gibi basit ve kaba işlerin bile bir usûlü olduğuna göre insanların gönül dünyalarına hitap etmek gibi oldukça hassas işlerin de ince ölçüleri vardır. Tebliğci, hedefine erişebilmek için yukarıda zikredilen kâide ve usûlleri tatbik etmeli ve hidâyeti Allah’tan beklemelidir.
“İnsan usûlüne riâyetle bir hedefe ulaştığında, artık onun lisanından fazîletler, faydalı ve hikmetli sözler akmaya başlar” denilmiştir.