“Münâfığın alâmeti üçtür; konuştuğunda yalan
söyler, söz verdiğinde sözünden döner, kendisine
bir şey emânet edildiğinde emânete hiyânet eder.” Buhârî, Îmân, 24
Nifâk kelimesi lügatte tünel açmak anlamına gelen “ne-fe-ka” fiilinden türemiştir. Köstebeğin, düşmanlarını şaşırtmak için toprak altında değişik tüneller açarak birinden diğerine geçmesine de nifâk denilmiştir.
Istılahta ise İslâm’a bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak yani, îmân etmiş gibi görünüp kalben inanmamak mânâsına gelir. Kalbinde nifâk taşıyan, iki yüzlü, duruma göre değişiklik gösteren mütereddit kimselere de münâfık denilir. Âyet-i kerîmede:
“Ey Peygamber, kalpleri îmân etmediği hâlde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin…” (el-Mâide 5/41) buyrulmak suretiyle bu tereddüt hâli açıkça dile getirilmiştir.
Nifâkın kalble ilişkisini dikkate alarak diyebiliriz ki, her münâfık îtikadî anlamda riyakârdır. Fakat her riyakâr münâfık değildir. Zira nifâk kalpte olursa küfür, amelde olursa günah sayılır. (Kurtubî, VIII, 212) Bu bakımdan nifâk, îtikâdî ve amelî olmak üzere iki çeşittir:
İtikâdî nifâk, kişinin dünyada iken Müslüman muamelesi görüp âhirette îmânsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü bir âkibete dûçâr olmasına yol açar.
Amelî nifâk ise doğrudan îmânla alâkalı olmayıp bazı tavır ve davranışların sebep olduğu bir haslettir. Mesela; “Münâfığın alâmeti üçtür; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden döner, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete hiyânet eder” (Buhârî, Îmân, 24; Müslim, Îmân, 107) hadîsinde amelî nifaktan bahsedilmektedir. Burada zikredilen vasıflar, her ne kadar itikâdı bozuk olan kimselerin özelliği ise de, hadis-i şerif îtikadî nifâka yaklaşmamak için alınan tedbir ve tembih mâhiyetinde anlaşılmalıdır. Yoksa bu tür davranış ve fiiller küfür değildir, kişiyi doğrudan dinden çıkarmaz. (Nevevî, Şerh, II, 46-48)
Dikkat edilirse yukarıda kaydedilen alâmetlerin üçü de esas îtibariyle fiilî veya kavlî bir yalana dayanmaktadır. Bu da kendilerine nifâk bulaşmış insanların ortak hasletlerinin yalan söylemek olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla yalanı alışkanlık haline getiren bir kimsenin kalbini kirleterek nihayetinde nifâka ve küfre düşmesi muhtemeldir. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam ettikçe kalbine siyah bir nokta vurulur. Sonra bu nokta büyür ve kalbin tamamı simsiyah kesilir. Bu kimse nihayet Allah katında «yalancılar» arasına kaydedilir.” (Muvatta, Kelam, 18)
Öte yandan münâfıkların, inanmadıkları hâlde çoğu zaman sözlerinin doğruluğuna ve niyetlerinin samimiyetine Allah’ı şâhid tuttukları görülür. Bunu, nifaklarını gizlemek için yaparlar. Hâlbuki kalpleri husumet ve düşmanlıkla dolup taşmaktadır. (el-Bakara 2/204)
Münâfıklar toplum içerisinde daima fesat çıkarırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle anlatılır; “Onlara «Yeryüzünde fesat çıkarmayın» denildiğinde «Biz ancak ıslah edici kimseleriz» derler. Dikkat edin şüphesiz ki onlar bozguncuların tâ kendileridir, fakat idrak etmezler. Onlara «İnsanların îmân ettiği gibi îmân edin denildiği zaman, «Biz beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?» derler. Mü’minlerle karşılaştıklarında «Biz de îmân ettik» derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman ise «Aslında biz sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyoruz» derler.” (el-Bakara 2/11-14)
Bir hadîs-i şerîfte de münâfıklar, “iki sürü arasında bir o yana bir bu yana şaşkınca gidip gelen koyunlara” benzetilmektedir. (Müslim, Münâfikîn, 17) Îmân ile küfür arasında bocalayan münâfıklar, Kur’ân-ı Kerîm’in dikkat çektiği üzere bazen de Allah’ı hatırlar gibi davranırlar. Fakat Allah’a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar. Namaza da üşene üşene kalkarlar. (en-Nisâ 4/142, 143) İnsanları Allah yolundan döndürmek için yalan yere yemin ederler. (el-Mücâdele 58/14, 16)
“Allah’a ve Peygamber’e inandık, itaat ettik” (en-Nûr 24/47) diyen münâfıklar, diğer taraftan kendi aralarında Hz. Peygamber’e isyanı ve düşmanlığı konuşurlar. (el-Mücâdele 58/9,10) Onlar aynen şeytanlara benzerler. “Çünkü şeytan insana «İnkar et» der. İnsan inkar edince de: «Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım» der.” (el-Haşr 59/16) Tabiatları gereği Allah’a ve Peygamber’e muhâlefet üzeredirler. (el-Mücâdele 58/20) Fakat kalplerindeki nifâkı ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden çok korkarlar. (et-Tevbe 9/64)
Allah’a kötü zanda bulunan erkek ve kadın münâfıklar (el-Fetih 48/6) birbirlerinin tamamlayıcısı olup, insanları kötülüğe çağırarak iyilikten vaz geçirmeye çalışırlar. (et-Tevbe 9/67) Kötü sözlerin Müslümanlar arasında yayılmasını isterler. (en-Nûr 24/19) Hz. Peygamber toplum düzenini bozan bu kimselerin kalplerindeki nifâka da işâret ederek şöyle buyurmuştur:
“Ey diliyle Müslüman olup îmân kalbine girmemiş olanlar! Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın. Şu muhakkak ki, her kim Müslümanların ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır. Allah her kimin ayıbını meydana çıkarırsa evinin içinde bile olsa onu rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85)
Kalbinde nifâk bulunan bu kimseler için Allah Teâlâ peygamberine şu îkâzda bulunmaktadır. “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandır. Onlardan sakın! Allah onları kahretsin nasıl da haktan döndürülüyorlar?” (el-Münâfikûn 63/4)
Hadîs-i şerifte de kıyametin vukuuna yakın bir zamanda zuhur edecek münâfıklar tanıtılırken şu ifadelere yer verilmektedir; “Ahir zamanda bir takım kimseler ortaya çıkacaklar da dini dünyaya alet edecekler ve insanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürüneceklerdir. Dilleri şekerden tatlıdır, fakat kalpleri kurt kalbidir.” (Tirmizî, Zühd, 60)
Münâfıkların, İslâm toplumu içinde bulunmalarından dolayı elde ettikleri menfaatlerin âhiret hayatında da devamını isteyecekleri, fakat bunun mümkün olmayacağı Kurân-ı Kerîm’de şöyle haber verilir: “Âhirette münâfık erkek ve kadınlar îmân etmiş olanlara «Bizi bekleyin de nurunuzdan biraz istifâde edelim» derler. O gün onlarla alay edilerek «Arkanıza dönün de bir nur arayın» denilir. Neticede îmân edenlerle aralarına kapısı bulunan bir sur çekilir. Onun iç tarafında rahmet dış tarafında ise azap vardır. Münâfıklar onlara «Biz (dünyada) sizinle beraber değil miydik?» diye nidâ ederler. Mü’minler derler ki: «Evet ama siz kendinizi (nifakla) fitneye düşürdünüz. Fırsat beklediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı.»” (el-Hadîd 57/13, 14)
Kâfirler gibi kalbi mühürlenen münâfıklar, (el-Münâfikûn 63/3) âhirette mü’minlerden ayrılarak kâfirlerle bir araya gelecekler, hatta ikili oynamalarının cezası olarak cehennemin en alt tabakasında yer alacaklardır. (en-Nisâ 4/140)
Hâsılı kalbi tahrib eden manevî hastalıkların başında kâfirin küfrü ve münafığın nifâkı gelmektedir. Esasen kalbi küfür ve nifâk gibi kötü hasletlerden koruyamamanın temelinde bencillik, Hak’tan istiğna, kibir ve ucub (kendini beğenme) gibi duygular yatmaktadır. İçerisinde bu çeşit duygular barındıran bir kalbin âkıbeti ise vahiy ışığından mahrumiyet ve nihâyet koyu bir gaflettir. Pek tabiîdir ki bu çeşit bir kalpte mârifetullah, muhabbetullah ve haşyetullah gibi insanı itminana kavuşturan ulvî vasıflar değil de şüpheler, korkular, bin bir çeşit endişe ve tasalar yer alacaktır. Böyle bir kalbin sükûn ve huzurdan nasipsiz olacağı ise açıktır.