2. Basitten Zora Doğru Gitmesi

İnsan nasıl tedrîcî olarak yaratılıyor ise eğitimi de aynı şekilde olmalıdır. Cenâb-ı Hak bu hususa temasla şöyle buyurmuştur:

 

“Biz o Kur’ân’ı kısımlara ayırarak indirdik ki insanlara onu (iyice anlayabilmeleri ve kolayca tatbik edebilmeleri için)  ağır ağır okuyasın.” (el-İsrâ 17/106)

Gerçekten de Kur’ân’ın inzâli, indirildiği toplumun kalbî ve rûhî seviyesine ve bu seviyenin zamanla kaydettiği yükselişe muvâzî bir seyir takip etmiştir. Kur’ân’da büyük bir yer tutan geçmiş peygamberlerin ve kavimlerinin kıssaları bile, ilk zamanlarda kısa kısa bildirilmiş, cemiyetin tefekkür derinliği ziyâdeleştikçe bunların hacmi ve muhtevası da artırılmıştır.

İlâhî Kelâm’ın tedrîcen nüzûlünün, terbiye açısından sağladığı faydaları şöyle ifade edebiliriz:

1) İnen âyetleri kolaylıkla okuyup ezberleyebilmek,

2) Bunların mânalarını fazla zahmet çekmeden ve gerektiği şekilde anlayabilmek,

3) Önceden beri kabul ettikleri bâtıl akidelerden, fâsit ibadetlerden, anlamsız âdet ve geleneklerden yavaş yavaş sıyrılıp temizlenebilmek.

4) Mü’minlerin ihlas, takvâ, sabır, yakîn, marifet, muhabbet gibi manevî melekelerini ve ahlâkî fazîletlerini sühûletle geliştirmek.

Kur’ân-ı Kerîm’de muallimlerin, insanların eğitimiyle alakalı uygulamaları gereken düstürlara da işâret edilmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitap sayesinde rabbânîler olunuz!” (Âl-i İmrân 3/79)

Bûhârî, İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-’dan bu kelimenin tefsiri ile ilgili; “âlim ve fakîh olan rabbânîler olun!” açıklamasını naklettikten sonra şu ifâdelere yer verir:

“Rabbânî alim, insanlara büyük ilimlerden önce küçük ilimleri öğreten kimsedir.” (Buhârî, İlim, 10)

İlmin küçüğünden maksat, meseleleri açık ve kolay; büyüğünden maksat da meseleleri ince ve zor anlaşılanıdır. Bu sebeple rabbânî âlim, Hz. Peygamber’in uygulamalarında olduğu gibi insanlara mevzuları basitten zora, ön bilgiden gâyeye, müşahhastan mücerrede doğru hareket ederek öğretir. Daha rahat anlamaları, zihinlerine iyice yerleştirebilmeleri için, öğretirken ehem-mühim sıralaması yapar.

Cündeb bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Biz, Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanında bulunan, ergenlik çağında bir grup genç idik. Kur’ân’ı öğrenmeden evvel îmânı öğrendik. Daha sonra Kur’ân’ı öğrendik de onun sayesinde îmânımız arttı.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 9)

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu gençlere ve diğer ashabına, ilk olarak manevî terbiyede esaslı bir umde olan îmânı öğretiyordu. Sonra Kur’ân’ın tâlimine ve ahkâmın tedrisine geçiyordu. Zira îmân olmadan, öğrenilecek diğer bilgiler bir mâna ifade etmeyecekti. Bu konuda İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- da şöyle demektedir:

“Uzun bir ömür sürdüm; bizden birine Kur’ân’dan önce îmân nasip olurdu. Herhangi bir sûre nâzil olunca, sizin Kur’ân’ı öğrendiğiniz gibi o sûredeki helal ve haramları, bilinmesi gereken hususları öğrenirdi. Sonra insanlar gördüm; onlardan birine îmândan önce Kur’ân veriliyor, o da Fâtiha’dan sonuna kadar onu okuyor, fakat ne emrettiğini, neleri yasakladığını ve nelerin bellenmesi gerektiğini bilmiyor. Âdi hurmayı saçar gibi onu saçıyor.” (Heysemî, I, 165)

İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu serzenişiyle, ilim öğrenmede takip edilmesi gereken metoda dikkat çekmekte, buna riâyet edilmediği zaman doğacak menfî durumlara ışık tutmaktadır.

Hz. Mevlâna, “Çocuklara Kur’ân ve sünneti öğretmeye başlamadan evvel ciddi bir edep tâlimi gerekmektedir” derken de bu hakîkate işâret etmektedir. Dolayısıyla yavrularımıza “elifba”yı öğretmeden evvel “elif”in mânasını, Allah Teâlâ’nın, Peygamber’in kim olduğunu ve Kur’ân’ın nasıl azametli bir İlâhî Kelâm olduğunu belletmek lazımdır. Önce onların minicik yüreklerini Allah ve Resûlullâh muhabbetiyle doldurmalı, İslâm’ın nezâket, zerâfet ve tüm güzellikleri o temiz kalplere aksettirilmelidir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, sahâbe-i kirâma Kur’ân-ı Kerîm’in hepsini birden öğretmez, bunda da tedrîciliği esas alırdı. Ebû Abdurrahman es-Sülemî de şöyle anlatıyor:

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından bizlere Kurân-ı Kerim tâlim eden biri vardı. Bize şu haberi verdi:

“Biz, Peygamber Efendimiz’den on âyet alır, bunlardaki bilgileri ve amelleri öğrenmeden diğer on âyete geçmezdik. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize hem ilim hem de ameli (birlikte) öğretirdi.” (İbn-i Hanbel, V, 410; Heysemî, I, 165)

Peygamber Efendimiz’in bu uygulamasından, öğrenilen bilgileri hazmedep içimize sindirebilmek için teennîye dikkat edilmesinin luzûmu açıkça anlaşılmakta ve amelsiz ilmin bir fayda sağlamayacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bundan hareketle Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- faydasız ilimden Allah Teâlâ’ya sığınmıştır. (Müslim, Zikir, 73)

Eğitim ve öğretimde istediğimiz başarıyı elde edebilmek için Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ve sahâbe-i kirâmın tatbik ettikleri bu terbiye metodunu kullanmamız zarûrîdir. Zira insanın istîdat, kâbiliyet, idrak gücü ve kapasiteleri belli olup her şeyi bir anda veya kısa bir sürede öğrenmesi mümkün değildir. Bilgilerin ehem-mühimi olduğu gibi, faydalı ve zararlısı da vardır. Hatta günümüzde değişik yollarla zararlı bilgiler insanımızın zihin ve gönüllerine daha çok nüfûz edebilmektedir. Çoğu kere lüzumsuz ve anlamsız bilgiler, lüzumlu hatta zarûri olan bilgilerin önüne geçirilerek genç dimağlara aşılanmaya çalışılmaktadır. İyi ile kötü, faydalı ile zararlı birbirine karışmaktadır. Böyle bilgi anarşisinin kol gezdiği şartlar altında sıhhatli bir eğitim-öğretim faaliyeti yürütmek oldukça zordur. Bunun, Allah ve Resûlü’nün emirleri çerçevesinde dikkatli bir şekilde tanzim edilme zarûreti vardır.

Bookmark the permalink.

Comments are closed