Sevgili Peygamberimiz, her bir davranış karşısında aynı tepkide bulunmamıştır. Davranışın durumuna ve ait olduğu mevzuya göre muamele etmiştir. Bazı hususlar vardır ki, Efendimiz burada affedici ve müsamahakâr davranmamış; bilâkis hemen müdahalede bulunmuştur. Bunlar daha ziyade itikat, ibadet ve haramlarla ilgili konulardır.
Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- en büyük titizliği tevhid mevzuunda gösterirdi. Müslüman olan kabilelerden ilk olarak bölgelerinde bulunan putların kırılmasını isterdi. Sakîf kabilesinin Müslüman olması sırasında yaşanan şu hâdise ve Efendimiz’in burada sergilediği tavır ne kadar mühimdir:
Sakîf temsilcileri, Peygamberimiz ile kendi aralarında gerçekleşen anlaşmayla ilgili barış ve yazı işleri tamamlandığı zaman, orada bulunan Rabbe (Lât) putunun üç sene müddetle yıkılmayıp bırakılmasını Efendimiz’den talep ettiler. Peygamberimiz onların bu dileklerini kabul etmedi. Sakif temsilcileri:
– İki sene tehir et, dediler. Allah Resulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- yine kabul etmedi.
– Bir sene tehir et, dediler. Efendimiz yine kabul etmedi.
– Tâif’e vardıktan bir ay sonraya tehir et! dediler. Peygamberimiz Rabbe’yi yıkmak için bir vakit tayinine yanaşmadı.
Temsilcilerin böyle yıkım işinin geri bırakılmasını ısrarla istemeleri, Sakîf halkının bazı mutaassıp kimselerinden korktukları içindi. Onlar, kavimlerini müslüman oluncaya kadar Rabbe (Lât) putunun yıkımıyla heyecana ve korkuya düşürmeyi uygun görmüyorlardı. Çaresiz kalınca, putlarını hiç olmazsa kendi elleri ile yıkmaktan affedilmelerini istediler.
Allah Resulü:
“– Olur, ben onu kırmayı ashâbıma emrederim. Putunuzu kendi elinizle yıkmaktan sizi affediyoruz” buyurdu. (İbn-i Hişam, IV, 197; Vâkıdî, III, 967-968)
Bu olayda Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, henüz yeni müslüman olmuş bir kabileyle karşı karşıyadır. Onların, sadece bu sebeple İslâm’dan dönmeleri bile mevzubahistir. Fakat müslüman olmanın ilk şartı tevhîdi kabullenmek ve şirki reddetmektir. Bu sebeple Allah Resûlü, Sakîf kabilesinin aşırı ısrarına rağmen asla tâviz vermemiştir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, bu husûsta o kadar titiz davranmıştır ki, hatta tevhid akîdesine aykırı düşecek isimlere bile müdahale etmiş ve onları düzeltmiştir. Hâni bin Yezîd -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e bir topluluk geldi. Aralarından bir adamı “Abdülhacer” yani “Taşın kulu” diye çağırdıklarını duydu. O adama ismini sordu:
– Abdülhacer, deyince:
“– Hayır, sen Abdullah’sın!” buyurdu. (Bûhârî, Edebü’l-Müfred, Hadis no: 812)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, îmânın tezahürü olan ibâdetler konusundaki ciddî hataları da müsamaha ile karşılamaz, hemen düzeltirdi.
Rifâa bin Râfi’ -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Biz mescidde iken bedevî kılıklı bir adam çıkageldi. Kıbleye yönelip, hızlı bir şekilde (yani rükun ve tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Allah Resûlü’ne selam verdi.
Efendimiz:
“– Aleyküm selâm. Ancak git namaz kıl, senin namazın olmadı!” buyurdu.
Adam döndü (tekrar) namaz kılıp geldi, Resûlullah’a selam verdi.
Efendimiz selamına mukabele etti ve:
“– Dön namaz kıl, zîra senin namazın olmadı!” dedi.
Adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi yaptı, her seferinde Resûl-i Ekrem:
“– Dön namaz kıl, zîra senin namazın olmadı!” dedi.
Halk korktu ve namazı hızlıca kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi.
Adam sonunda:
– Ben bir insanım; isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret, dedi.
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu adama namazın tadil-i erkân üzere nasıl kılınacağını detaylı bir şekilde şöyle anlattı:
“– Namaza kalkınca önce Allah’ın sana emrettiği şekilde abdest al. Sonra kâmet getir ve namaza dur. Ezberinde Kur’ân varsa oku, yoksa Allah’a hamdet, tekbir getir, tehlîl getir, sonra rükuya git. Rükû hâlinde itmi’nâna er (âzâların rükûda mûtedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam hâlinde itidâle er, sonra secdeye git ve secde hâlinde itidale er, sonra otur ve bir müddet o vaziyette dur, sonra kalk. İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel kılmış olursun. Bundan bir şey eksik bırakırsan namazını eksiltmiş olursun.”
Râvi der ki: Resûlullah’ın bu son sözü Ashâb için, daha önce buyurduğu: “Dön, namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!” sözünden daha kolay ve rahatlatıcı oldu. Zîra bu durumda, söylenenlerden birini eksik yapan kimsenin namazı noksan oluyor, fakat tamamen bâtıl olmuyordu. (Tirmizî, Salât, 110; Ebû Dâvûd, Salât, 143-144)
Bu hâdisede bahis mevzuu olan husus namazdır. Namaz dinin direğidir. Kişinin dindarlığının ölçüsü, kıldığı namazın kalitesine bağlıdır. Namazdan verilen taviz, aynı zamanda diğer dini hususlardan verilen taviz manasını taşımaktadır. Bu sebeple Resûlullah, namazda kusurunu gördüğü kişiyi hemen ikaz etmiştir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, abdest mevzuunda da aynı hassasiyeti göstermiştir. Hz. Ömer -radıyallahu anh-’den nakledildiğine göre bir adam Resûlullah’a gelmişti. Onun abdest aldığını fakat ayaklarının üzerinde tırnak kadar bir yeri yıkamadan bıraktığını gördü. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- adama:
“– Git abdestini güzel al!” buyurdu.
Adam gidip yeniden abdest aldı, sonra namazını kıldı. (Müslim, Tahâret, 31; Ebû Dâvûd, Tahâret, 67)
İnfâk hususunda da Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- malın, beğenilmeyen ve kalitesiz kısmından verilmesini hoş karşılamamış, hatta bu duruma tepkisi sert olmuştur. Avf bin Mâlik -radıyallahu anh- anlatıyor:
Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, birgün elinde asası olduğu halde Mescid’e geldi. Adamın biri (sadaka olarak) içinde çürükleri bulunan bir hurma salkımı asmış idi. Efendimiz değneği ile salkımı dürtüyor ve:
“– Bu sadakanın sâhibi, keşke daha iyisini tasadduk etseydi. Bu sadakanın sâhibi, kıyamet günü mutlaka çürük hurma yiyecek!” buyuruyordu. (Ebu Dâvûd, Zekât, 17; Nesâî, Zekât, 27)
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı hususlarda asla müsamaha göstermez, ümmetini haramlardan, ateşten sakındırır gibi sakındırırdı. İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir adamın elinde altından yapılmış bir yüzük gördü. Onu derhal çıkarıp attı ve:
“– Biriniz tutup ateşten bir parçayı alarak eline takıyor!” buyurdu.
Resûlullah Efendimiz gidince adama:
– Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan! dediler. O:
– Hayır! Vallâhi ebediyen almayacağım, onu Resûlullah attı, dedi. (Müslim, Libâs, 52)