Allah Teâlâ’nın, insanlığın devamına vesile kıldığı bir müessese olan âile, ilk insan Hz. Âdem -aleyhisselâm- ile başlamış ve Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatında en kâmil mertebeye ulaşmıştır.
Hakîm-i Mutlak olan Allah, her şeyi derin ve ince bir hikmet üzere yaratmıştır. Erkek ve kadının hilkat hususiyetlerinden başlayarak, fıtratlarının birbirini tamamlaması, birbirlerine duydukları hisler ve alâkaları, bu duygularını tatmin yolları vs. hepsi bir gaye için halkedilmiştir. Bunlar, yaratıldıkları hedef doğrultusunda kullanıldıklarında, insan kâinatla bir âhenk içinde olur ve rûhî bölünmeler yaşamaz. Dünyası da âhireti de cennet olur. Bunun aksine, kendisine verilen hususiyetleri ve imkânları ilâhî tâlimatların dışında kullanmaya başladığında, anlık hazlarını saadet zannederek bedbahtlığını iyice artırır ve daha dünyada iken kendisini buhranların girdabında bulur.
Sünnetullah îcâbı, kadın ve erkek birbirlerine karşı duydukları his, arzu, ve meyillerle donatılmışlardır. (Âl-i İmrân, 3/14) Allah Teâlâ insana, fıtratına uygun olarak bu duyguları vermiş ve bu meyillerin tatmin yolunu da belli kaidelere bağlamıştır. Söz konusu hudutlar, en güzel ifadesiyle, sünnete uygun evliliklerdir. İslâm’a uygun olmayan evlenmeler, ilişkiler ve meyiller ise meşru sayılmamış ve yasaklanmıştır. Çünkü, böyle ilişkiler bir çıkmaz sokaktır ve âkibeti hüsrandır. Bu hususta söz sâhibi, insanı yaratan, ona bu fıtratı veren ve nihâyetinde onu amellerinden hesaba çekecek olan, Hâlık-ı Hakîm’dir. O’nun koyduğu hudutlar dışına çıkıldığında, doğru bir adım atmanın imkânı da tükenmiş olur.
Diğer taraftan insan fıtraten medenîdir. Cemiyet içinde yaşamak mecburiyetindedir. Çünkü ihtiyaçları ve zaafları bunu gerekli kılar. Bunun en mühim basamaklarından biri âiledir. Erkek ve kadın birbirlerine muhtaç olarak yaratıldıkları için bir âile kurmadan fıtratlarını tatmin edip huzura kavuşamazlar. Kadın, çocuk bakımına daha yatkın, güçlüklere göğüs germede daha zayıf, hayâ ve eve bağlılıkta erkekten daha üstün, ev işlerinde daha becerikli ve erkeğe nisbetle daha itaatkârdır. Erkek ise akıl ve tecrübe bakımından daha üstün, nâmus ve şerefini muhâfaza etme hususunda daha gayretli ve güçlü, zor ve tehlikeli işlere atılmada daha cesur, gayret ve kıskançlık yönüyle kadından daha kâmil bir mizâca sâhiptir. Bu sebeple erkek ve kadın birbirine muhtaçtır ve yek diğeri olmadan hayatını tam mânâsıyla devam ettiremez. Kur’ân-ı Kerîm’de bu duruma şöyle dikkat çekilmektedir:
“Onlar sizin, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (el-Bakara 2/187)
“(Ey insanlar! Erkek ve dişi olmak üzere) sizi çift çift yarattık.” (en-Nebe’ 78/8)
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmetinin çoğalmasını arzulayarak onları şu ifâdeleriyle evliliğe teşvik etmiştir:
“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Kimin imkânı varsa evlensin. İmkân bulamayan da oruca devam etsin, çünkü oruç onun için bir kalkandır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)
Allah Resûlü’ne bir adam gelerek:
– Ben evlenmek üzere asâletli ve güzel bir kadın buldum, ancak kısırdır, çocuk doğurmuyor, onunla evleneyim mi? diye sordu.
Aleyhissalâtü vesselâm:
“– Hayır, evlenme!” buyurdular.
Sonra adam ikinci sefer geldi, yine aynı cevabı aldı. Adam üçüncü sefer de gelince Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“– Vedûd (çok seven) ve velûd (çok doğuran) kadınlarla evlenin. Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim.” 45 (Ebû Dâvûd, Nikâh, 3; Nesaî, Nikâh, 11)
Allah Teâlâ nikâha ayrı bir sır vermiştir. Nikâhta kerâmet, bereket, fazîlet ve sıyânet vardır. Evlilik sâyesinde hayatı nizama giren insan kendini böylece haramlardan korumuş, iffet ve nâmusunu muhâfaza etmiş olur. Kadın ve erkeğin muhabbet ve meyilleri de nikâh sâyesinde farklı bir mânâ ve boyut kazanır. Nitekim Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Birbirini sevenler için nikâh kadar sevgiyi artırıcı bir şey görülmedi” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)
Evlilik ferdi muhâfaza ettiği gibi toplumu da muhafaza eder. Zîra fertler iffetli olduğunda cemiyet de fazîletli hâle gelir. Buna işâretle Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Dini ve ahlâkı sizi memnun eden birisi kızınızı talep ederse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad zuhûr eder.” (Tirmizî, Nikâh, 3)
İslâm’da evliliğin gayesi ve hikmeti, erkek ve kadının huzur bulması, neslin devamı ve günahlardan korunmadır. Kazây-ı şehvet anındaki lezzet ise o vazifeyi ifâ ettirmek için rahmet-i ilâhî tarafından verilen cüz’î bir ücrettir. Cenâb-ı Hak, erkekle kadını karşılıklı olarak birbirine câzip gösterdiği için, onların huzuru da evlilik yoluyla bir araya gelmelerine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:
“Kendileriyle huzura kavuşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun âyetlerindendir. (Birliğinin ve kudretinin delillerindendir.) Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için âyetler vardır.” (er-Rûm 30/21)
Mevlânâ hazretleri bu hakîkatleri kendi üslûbunca şöyle takdim etmektedir:
“«İnsanlar için süslenmiştir» (Âl-i İmrân, 14) âyeti gereğince, Allah’ın süslediği, güzel yarattığı kadından nasıl kaçılır?
Allah, kadını erkek onunla huzura kavuşsun, rahatlasın, ona eş olsun diye yarattı, Hz. Âdem nasıl olur da Hz. Havva’dan ayrılabilir?
Erkek, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem olsa, kahramanlıkta Hz. Hamza’yı bile geçse, kendi kadınının esiridir. (Mesnevî, c. I, beyt: 2425-2427)
İslâm’ın öğretilip yaşatıldığı en ideal mekânlar, sıcak âile yuvalarıdır. Eğitimin, öğretimin, terbiyenin en iyisi yine âilede verilir. Allah korkusu, Allah muhabbeti, Resûlullah sevgisi körpecik dimağlara en tatlı bir şekilde bu yuvalarda aşılanır. Din, dil, kültür, tefekkür, anlayış bu müessese vasıtasıyla yeni nesillere nakledilir. Milletler buradan büyür ve buradan çürüyerek mahvolur gider. Bu ehemmiyetine binâen dinin ve insanlığın dostu olan kimseler âileyi kuvvetlendirmeye gayret ederken, hayrın düşmanları da yine bu kökleri dinamitlemeye çabalamaktadırlar.
İslâm, insan fıtratına göre indirilmiş ve insan için tebliğ edilmiş bir dindir. Daha anlaşılır bir tabirle “İslâm, insanın hayat haritasıdır.” Dünya hayatının her alanını tanzim etmiş ve açıklamıştır. İnsanların cennete, cemâlullâha kavuşabilmesi için elde bulunan ve uyulması zarurî olan vazgeçilmez bir kılavuzdur. Muhtevâsındaki esaslar ise, beşeriyete en kâmil şekliyle, Peygamber Efendimiz’in hayatında sergilenmiştir. Dolayısıyla ebedî saadet için, İslâm’ın emirleri muvâcehesinde ve Sevgili Peygamberimiz’in tatbik ettiği şekilde bir âile kurmaya ve yaşamaya îtina gösterilmelidir.